Onlar bizi döverken, İslam Mücahit Bahar’ı öpüyor

Hokus pokus medyası

Bu medya kirliliği dün de vardı, fakat çeşitli televizyon kanalları gemi iyice azıya aldıkları için RTÜK kuruldu. Şimdi ise muhalefeti susturma sopası haline geldi. 1990 yılında kurulan Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, 2011’de kaldırıldı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adı altında kadın sorunları ailenin içine hapsedildi. Şimdi bir de buna Çalışma Bakanlığı yapıştırıldı. Kadın örgütleri yıllardır ‘Kadın Bakanlığı’ çağrıları yapıyor, ama dinleyen yok. Parçalanmış aileler, çocuk istismarı, kadına şiddet aldı başını gidiyor. Televizyon ekranları ise İslam Mücahit isimli bir soytarı üzerinden hokus pokus peşinde. Dejenerasyon, kirlilik yaşamın her alanına bilinçli olarak bulaştırılıp halk derin bir uykunun içine hapsedilmeye çalışılıyor. Birbirlerini öpsünler, birbirlerini yesinler, ama sakın siyaset yapmasınlar, iktidara bulaşmasınlar. Hazır ekrana kilitleyip hipnotize etmişken de araya parça yerleştirip muhalefete sallayalım. CHP’ye ‘tacizci’, Akşener’e ‘FETÖ’cü’, Demirtaş’a ‘terörist’, Davutoğlu’na ‘hain’, Babacan’a ‘beceriksiz’ diyelim. Bu arada da İslam Mücahit Bahar’ı öpsün.

Batan geminin malları

Onca yılın basın birikimi, usta kalemlerden, meslek büyüklerinden bizlere geçen bilinç, sağduyu, terazi tepetaklak oldu. Deve dişi gibi kurumların içi boşalırken, dördüncü kuvvet medyanın ayakta bırakılması safdillik olurdu zaten. Yılların görgüsüyle, vicdanıyla, tecrübesiyle yetişmiş isimler kıyıya köşeye atılırken, yazamaz, yazsa bile sesini duyuramaz hale getirilirken; ortalık kirli kalemlere, cahil cühelaya, tetikçilere, insanlıktan nasibini almamış tiplere kaldı. Bu beslemeler siyasetçilerin de yemlemesiyle giderek yayılırken, 40 yılın gazetecisiymiş gibi ona buna ayar verirken, bizler de birbirimizle uğraşıyoruz. Binlerce yılın içinden süzülüp gelen değerler, insanlık birikimi, demokrasi kültürü, hukuk bilinci, kültür, vicdan unutulmuş; hatta sanki hiç olmamışçasına içine yerleştirildiğimiz bir karanlıktayız. Gazeteci, televizyoncu kisvesi altında haydutluk, zorbalık, vandalizm, zır cehalet alıp başını gidiyorken, iyice incelmiş, cılızlaşmış bir hattı savunmaya çalışıyoruz. Bu süreçte kendilerine gelsinler diye biraz silkelediğim, enselerine vurduğum, fakat iyi-kötü bir gazeteci kafasına sahip olduklarını teslim edebileceğim arkadaşlara da muhtemelen bir ‘pardon’ borcum vardır. Çünkü biz birbirimize sırtımızı dönerken İslam Mücahit Bahar’ı öpüyor.

Kabahatin büyüğü bende

Bütün bunları karanlık bir ormanın derinliklerinde kendimi yapayalnız hissettiğim için değil, tam aksine ağaç gibi görünen bu hayaletlerden rahatsız olan bir dolu meslektaşımın varlığını bildiğim için yazdım. Bu kirliliğin mağduru değil, aslında failiyiz. “Kabahatin çoğu senin canım kardeşim” diyor ya Nazım, işte ben de öyle sağıma, soluma bakıp suçlu aramadan, aynayı kendi yüzüme tutuyorum. İnsan bunca yamyamlığın içinde, hayatı boyunca mücadele ettiği bu zulmün, bu cehaletin, bu karanlığın içinde şöyle bir durup etrafına bakınıyor. Etrafına da bakınmalıdır zaten. Çünkü biz ustalarımızdan bunu öğrendik. Bizden sonraki kuşaklara aktarmamız gereken öncelikli ilke de budur. Toplumu bu kirin, pasın, yozlaşmanın koynuna terk edemeyiz. Kocaman, büyük, çetrefilli sözlere değil; açılan bu kulvarda, gelinen bu noktada, önümüze konulan bu yozlukta önce o yapay gerçeği tanıyıp, onunla kavga etmek yerine elinden tutup bir yerlere taşıyacak düşüncelere ihtiyacı var bu halkın. Medyaya üşüşen İslam Mücahit’ler Bahar’ı öperken, ben Ali’yle, Veli’yle kayıkçı kavgası yapmak istemiyorum artık.