Siyasi müsilaj

 

Dam üstünde Pelikan

 

Doğrudur. Muhtemelen ‘Bay Kemal’ Sedat Peker’e telefon açıp AKP mitingleri için bedava kahve istemiştir. Yıldırım Demirören’e Doğan Medya’yı alması için 750 milyon dolar veren Ziraat Bankası da İYİ Parti tarafından yönetiliyor zaten. Aslında Kenyalı olup Cibuti istihbaratı tarafından TC’ye sızdırılan Sezgin Baran Korkmaz aslında Süleyman Soylu’yla görüşmeye çağrıldığında enselenecekti, fakat HDP’li kapıcı tarafından son anda kaçırıldı. Yurtdışına çıkış yasağı CHP’li hakim tarafından kaldırıldı, pasaportu Arap kralı verdi, uçak da Patagonya hükümetine ait. Köfteci Yusuf’a çöken Davutoğlu… Suriye’ye giden yardım tırlarının arkasına kaçak malzeme yükleyen de Ali Babacan’dan başkası değil. Kutlu Adalı’yı ecinniler öldürdü. ‘Her ay 10 bin dolar’ para alan siyasetçi Selahattin Demirtaş. Dünyanın en saf, en temiz, en masum iktidarı onu cezaevinde sanıyor, ama aslında Temel Karamollaoğlu’yla Bodrum gecelerinde eziyorlarmış o paraları. ‘Paramount ekibi’ denilen ekip Ahmet Şık ile Erkan Baş. Bütün bunlar ortaya çıkmasın, araştırılmasın diye Süleyman Soylu’yu yıpratmaya çalışıyorlar. Dam üstünde Pelikan, vur beline kazmayı…

 

Yok devenin kamburu

 

Gülüyoruz ağlanacak halimize. İşin şakası bir yana Türkiye derin bir krizle karşı karşıya. Bütün kurumların kirletildiği, kimyasının bozulduğu, beceriksiz tiplerin elinde oyuncağa çevrildiği, hak, hukuk, adalet, dahası vicdan kavramlarının rafın en dibine kaldırıldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Suç dünyasının popüler isimlerinden Sedat Peker konuşuyor ve devlet, iktidar, yargı, emniyet, ne kadar ilgili kurum varsa hepsi suspus… Hesap soran muhalefete de “Şimdi de suç örgütlerine bel bağladılar” yanıtı. Oysa iddialar yaşanan siyasi müsilajın yüzde 1’i bile değil. Devede kulak. İktidar o kulağı bile görmezden gelmeyi ömrünü uzatacak bir çare olarak görürken, devenin bütünü göremesek bile, en azından kuyruğunu, bacağını, karnını, kamburunu, çenesini filan ortaya çıkartabilmek için yeni bir iktidar şart.

 

En makul çözüm sandık

 

Bu ülkenin sadece halkı değil, ağacı, ormanı, gölü, denizi, deresi, sahili, tarlaları da yağmalanıyor. Ziraat Bankası’nın Demirören’e verdiği 750 milyon dolarlık kredi hem halkın, hem de ülkenin yeraltı, yerüstü değerlerinin parası. Bu para bir medya grubu iktidarın yancısı haline gelsin diye hunharca harcanıyor ve hesap soran olmadığı gibi, en azından faizini bile geri isteyen yok. Marmara’ya akan pislik siyaseti, siyasetin kiri de güzel ülkemizi, doğamızı, hayatımızı zehirliyor. Erken seçim dört dörtlük bir ülke ortaya çıkartmayacak olsa da, en azından ‘zararın neresinden dönülürse kârdır’ noktasında bir işlev üstlenecek. Yaşanan tıkanmanın, ortaya atılan kirli iddiaların, işsizliğin, yoksulluğun, ekonomik krizin çözülebilmesi için yeniden halka gitmek en makul çözüm. Sandık merkezli demokrasinin başka bir yöntemi de olmaz zaten. Peki bu sürecin aktörleriyle ne kadar yürünebilir? Mesela Süleyman Soylu bundan sonra ne kadar muktedir? Soylu şu an koltuğunu korumayı başarmış gibi görünse de, geleceğe ilişkin bütün siyasi hesapları, hatta bizzat siyasi ömrü bitmiş durumdadır. Aynı durum iktidarın bütün figürleri için de geçerli. Mafya perde arkası operasyonlarda işe yarasa da, halkın karşısında sıfırdır. Hiçbir iktidar halkın şakağına silah dayayarak sürdürülemez.