Gazetecinin işi soru sormaktır

07.02.2020 - 12:36, Güncelleme: 07.12.2020 - 14:04
 

Gazetecinin işi soru sormaktır

 Alfabenin ilk harfine döndük. Mağara devrine dönmek gibi bir şey bu… Hatta ondan da geriye… En basitten başlayalım ve yavaş yavaş ilerleyelim. Gazeteciliğin ilk şartı ‘soru sormaktır’. Muhatabına sormadan yapılmış haberlerde, “Niye bana da sormadınız?” diye suçlanırız zaten. Basın toplantısı da, “Ben soracağınız her soruya hazırım” anlamına gelir. Devlet erkanı, bakan, milletvekili, belediye başkanı, siyasetçi, magazin ünlüsü bu ön kabulle çıkar gazetecilerin karşısına. Gazeteci kendi kişisel merakını gidermek için değil, toplum adına soru sorar. Bizim mesleğin en temel tanımı, niteliği, anlamı budur. Soru yoksa gazeteci de yoktur. Tıpkı et yoksa kasabın, meyve yoksa manavın, hasta yoksa doktorun, sanık yoksa avukatın, köprü yoksa mühendisin olmadığı gibi… Kasap niye et satıyorsun, manav niye elma diziyorsun, doktor niye ameliyat yapıyorsun, mühendis niye köprü kuruyorsun diye yargılanabilir mi? Ben şimdiye kadar böyle bir şey görmedim. Fakat bir gazetecinin “Niye soru soruyorsun?” ya da “Niye öyle bir soru sordun?” diye yargılanabileceğini gördü bu emektar gözlerim. Bu hale geldik yani…   Kamuoyunu rahatsız eden ihale   Çalışma arkadaşım, ortağım Ebru Küçükaydın geçenlerde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in basın toplantısına gitti. Gündem Konyaaltı sahil işletme ihalesinin iptaliydi. Hani şu Hülya Koçyiğit’in damadı Ender Alkoçlar’a verilen ve başta Antalyalılar olmak üzere, bütün vicdan, izan, akıl sahiplerini rahatsız eden ünlü ihalenin iptali… Hülya Koçyiğit iktidara yağ çekince damat da bu ihaleyi kapmıştı. Çekilen yağın karşılığıydı yani. En azından kamuoyunda böyle bir algı oluşmuş ve sadece damadın katıldığı, başka hiçbir firmanın girmediği bu kemiksiz ihalenin adrese teslim edilmesi bir dolu soru işaretini de beraberinde getirmişti. CHP’li belediye başkanı Muhittin Böcek’in AKP’li selefi Menderes Türel tarafından verilen bu ihaleyi iptal etmesi ise soru işaretlerini daha da artırmıştı. Böcek kamuoyunda oluşan merakı gidermek için gazetecilerin karşısına çıktı. Gazeteciler konu mankeni mi, basın toplantılarına kalabalık yapsınlar diye mi çağrılıyor? Yoksa vatandaşın aklındaki soruları dile getirsinler, başkan da bunlara açıklık getirsin diye mi?   İktidarın sevdiği gazeteci tipleri   Basın özgürlüğüne saygı duymak ile gazeteciyi sürü olarak gören zihniyet arasındaki temel fark da burada yatıyor işte. İktidarın gazetecileri sürü olarak gördüğünü, o iktidar sayesinde kaymaklı bir sahile tek çivi bile çakmadan konan ünlü damadın basın mensubuna soru sordu diye dava açmasından da anlıyoruz. Bu bir suçüstüdür. İktidarın odağında üretilen algı, o iktidarın üstünde yükseldiği zihniyet, bilinçaltı, kafasının içi kendisinden beslenenlere, yanaşmalara da yansıyor. Hatta onlarda da daha açık, daha kaba, daha nobran bir şekilde ortaya çıkıyor, kendini gösteriyor. Gazeteciler ikiye ayrılıyor: Cumhurbaşkanı’nın uçağına binenler ve diğerleri… Uçağa binenler hazreti hiç kızdırmayan, tam aksine sağa sola sallamasını sağlayan çanak sorular soruyor. Diğerlerinin ise ne soracağı belli değil. Ellerine iliştirilen soruları sormak yerine, kafalarına göre takılıyor, sokaktaki söylentiyi, vatandaşın kafasındaki soru çengelini, kulislerde konuşulan iddiaları pat diye gündeme getiriyorlar. Bozgunculuk yapıyor, pişmiş aşa su katıyorlar, deveyi hamutuyla götürenin düzenini bozuyor, sinirlerini zıplatıyorlar. Yani gazetecilik yapıyorlar. Tırnak içinde değil, tırnağın tamamen dışında ve hiçbir tırnağı kabul etmeyen bir gazetecilik bu. Mesleğin özü, temel şartı, varlık sebebi de bu zaten. Aynı soruları ben de soruyorum Ebru Küçükaydın’a soru sordu diye açılan dava, gazetecilerin soru sormasına karşı, gazetecilik mesleğine karşı açılmış bir savaştır. ‘Gazeteci soru sormasın’dan da öte, gazetecilik yapılmasın istiyorlar. Gazeteciler olmasın, böylece toplum da aydınlanmasın, haber almasın, işin gerçeğini öğrenmesin. Sayıştay raporları bir köşede dursun, ihaleler kurcalanmasın, il başkanı köşeye sıkıştırılmasın, belediye başkanını kimse terletmesin, milletvekilinin karnesi çıkartılmasın. Hiçbir şey sorgulanmasın, araştırılmasın, gerçekler gizlensin istiyorlar; böylece her tür yalan ortada dolaşsın, yetkili ağızların söylediği her cümleye kafa sallansın, halk bunlarla idare etsin. Böyle bir kitleyi ‘idare’ etmek de son derece kolay zaten. Halkı ‘idare’ etmekle, halktan alınan yetkiyle yönetmek arasındaki kocaman, devasa fark da burada yatıyor. Biri gazeteciden nefret ediyor, susturmak için elinden geleni yapıyor; diğeri ise el üstünde tutuyor, halkın sözcüsü olarak görüyor ve basın özgürlüğünü en geniş haliyle algılamak için çaba harcıyor. Bütün bunların üstüne şunu da söylemeliyim: Ebru Küçükaydın’ın sorduğu sorular aynı zamanda benim de sorularımdır. Ben de bir gazeteci olarak bunları soruyor ve yanıt bekliyorum. 

 Alfabenin ilk harfine döndük. Mağara devrine dönmek gibi bir şey bu… Hatta ondan da geriye… En basitten başlayalım ve yavaş yavaş ilerleyelim. Gazeteciliğin ilk şartı ‘soru sormaktır’. Muhatabına sormadan yapılmış haberlerde, “Niye bana da sormadınız?” diye suçlanırız zaten. Basın toplantısı da, “Ben soracağınız her soruya hazırım” anlamına gelir. Devlet erkanı, bakan, milletvekili, belediye başkanı, siyasetçi, magazin ünlüsü bu ön kabulle çıkar gazetecilerin karşısına. Gazeteci kendi kişisel merakını gidermek için değil, toplum adına soru sorar. Bizim mesleğin en temel tanımı, niteliği, anlamı budur. Soru yoksa gazeteci de yoktur. Tıpkı et yoksa kasabın, meyve yoksa manavın, hasta yoksa doktorun, sanık yoksa avukatın, köprü yoksa mühendisin olmadığı gibi… Kasap niye et satıyorsun, manav niye elma diziyorsun, doktor niye ameliyat yapıyorsun, mühendis niye köprü kuruyorsun diye yargılanabilir mi? Ben şimdiye kadar böyle bir şey görmedim. Fakat bir gazetecinin “Niye soru soruyorsun?” ya da “Niye öyle bir soru sordun?” diye yargılanabileceğini gördü bu emektar gözlerim. Bu hale geldik yani…

 

Kamuoyunu rahatsız eden ihale

 

Çalışma arkadaşım, ortağım Ebru Küçükaydın geçenlerde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in basın toplantısına gitti. Gündem Konyaaltı sahil işletme ihalesinin iptaliydi. Hani şu Hülya Koçyiğit’in damadı Ender Alkoçlar’a verilen ve başta Antalyalılar olmak üzere, bütün vicdan, izan, akıl sahiplerini rahatsız eden ünlü ihalenin iptali… Hülya Koçyiğit iktidara yağ çekince damat da bu ihaleyi kapmıştı. Çekilen yağın karşılığıydı yani. En azından kamuoyunda böyle bir algı oluşmuş ve sadece damadın katıldığı, başka hiçbir firmanın girmediği bu kemiksiz ihalenin adrese teslim edilmesi bir dolu soru işaretini de beraberinde getirmişti. CHP’li belediye başkanı Muhittin Böcek’in AKP’li selefi Menderes Türel tarafından verilen bu ihaleyi iptal etmesi ise soru işaretlerini daha da artırmıştı. Böcek kamuoyunda oluşan merakı gidermek için gazetecilerin karşısına çıktı. Gazeteciler konu mankeni mi, basın toplantılarına kalabalık yapsınlar diye mi çağrılıyor? Yoksa vatandaşın aklındaki soruları dile getirsinler, başkan da bunlara açıklık getirsin diye mi?

 

İktidarın sevdiği gazeteci tipleri

 

Basın özgürlüğüne saygı duymak ile gazeteciyi sürü olarak gören zihniyet arasındaki temel fark da burada yatıyor işte. İktidarın gazetecileri sürü olarak gördüğünü, o iktidar sayesinde kaymaklı bir sahile tek çivi bile çakmadan konan ünlü damadın basın mensubuna soru sordu diye dava açmasından da anlıyoruz. Bu bir suçüstüdür. İktidarın odağında üretilen algı, o iktidarın üstünde yükseldiği zihniyet, bilinçaltı, kafasının içi kendisinden beslenenlere, yanaşmalara da yansıyor. Hatta onlarda da daha açık, daha kaba, daha nobran bir şekilde ortaya çıkıyor, kendini gösteriyor. Gazeteciler ikiye ayrılıyor: Cumhurbaşkanı’nın uçağına binenler ve diğerleri… Uçağa binenler hazreti hiç kızdırmayan, tam aksine sağa sola sallamasını sağlayan çanak sorular soruyor. Diğerlerinin ise ne soracağı belli değil. Ellerine iliştirilen soruları sormak yerine, kafalarına göre takılıyor, sokaktaki söylentiyi, vatandaşın kafasındaki soru çengelini, kulislerde konuşulan iddiaları pat diye gündeme getiriyorlar. Bozgunculuk yapıyor, pişmiş aşa su katıyorlar, deveyi hamutuyla götürenin düzenini bozuyor, sinirlerini zıplatıyorlar. Yani gazetecilik yapıyorlar. Tırnak içinde değil, tırnağın tamamen dışında ve hiçbir tırnağı kabul etmeyen bir gazetecilik bu. Mesleğin özü, temel şartı, varlık sebebi de bu zaten.

Aynı soruları ben de soruyorum

Ebru Küçükaydın’a soru sordu diye açılan dava, gazetecilerin soru sormasına karşı, gazetecilik mesleğine karşı açılmış bir savaştır. ‘Gazeteci soru sormasın’dan da öte, gazetecilik yapılmasın istiyorlar. Gazeteciler olmasın, böylece toplum da aydınlanmasın, haber almasın, işin gerçeğini öğrenmesin. Sayıştay raporları bir köşede dursun, ihaleler kurcalanmasın, il başkanı köşeye sıkıştırılmasın, belediye başkanını kimse terletmesin, milletvekilinin karnesi çıkartılmasın. Hiçbir şey sorgulanmasın, araştırılmasın, gerçekler gizlensin istiyorlar; böylece her tür yalan ortada dolaşsın, yetkili ağızların söylediği her cümleye kafa sallansın, halk bunlarla idare etsin. Böyle bir kitleyi ‘idare’ etmek de son derece kolay zaten. Halkı ‘idare’ etmekle, halktan alınan yetkiyle yönetmek arasındaki kocaman, devasa fark da burada yatıyor. Biri gazeteciden nefret ediyor, susturmak için elinden geleni yapıyor; diğeri ise el üstünde tutuyor, halkın sözcüsü olarak görüyor ve basın özgürlüğünü en geniş haliyle algılamak için çaba harcıyor. Bütün bunların üstüne şunu da söylemeliyim: Ebru Küçükaydın’ın sorduğu sorular aynı zamanda benim de sorularımdır. Ben de bir gazeteci olarak bunları soruyor ve yanıt bekliyorum. 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.