Burak Küçükaydın
Köşe Yazarı
Burak Küçükaydın
 

Bir Araf Şiiri Gülce

 Ömer Lütfi Mete, fikirleri olduğu kadar duyguları ile fikir dünyamızda iz bırakan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Gülce kitabını 3 kısım olarak ele alıyor kendisi Leyla bahsi, Mevla bahsi ve dünya bahsi olarak. Bu üç kavramın etrafında dolanırken Gülce şiiri ortaya çıkıyor. Gülce Leyla’nın ta kendisi, Hızır’a yapılan çağrı Mevla kısmını işaret ediyor, uçurum ise dünyayı temsil ediyor… Nasıl ki insanları isimleri onları özel kılıyor, bir yerden sonra ismimiz haline bürünüyoruz. Şiirler de öyle bir hal alıyor ismi ile müsemma bir değer kazanıyor. ‘Gülce’ şiiri de öyle…  Suskunluğun şiiri olarak karşımıza çıkıyor, bizimle konuşmadan sohbet ediyor, yeni yeni dehlizler açıyor ruhumuzda ‘Gülce’… Dilsiz, dudaksız, sözsüz, sedasız dahası konuşmadan birçok şeyler anlatırsınız ya karşınızdakine onun şiiri ‘Gülce’ … Bazen  uzak uzak dolanmanın, uzaktan bakmayın şiiri, ama bir şekilde vuslata duyulan derin özlemin, yürekteki  hasretin kelimelerle can bulup sizin gölgen benim artık demenin edebi hali ‘Gülce’… Nazan Bekiroğlu, “Gecikmiş Bir Gül Yazısı” isimli denemesinde gül için şunları dile getirir: “Hiç kimse gülün varlığından, dahası gülün anlamlarına ilişkin kelimelerin de var olduğundan habersiz değildir. Çünkü kalbe konuşur gül ve herkesin de kalbi vardır. Öyleyse gül herkes iledir ve herkes içindir. Gül sonuç değil sebeptir, tezâhür değil kaynaktır, gurbet değil sıladır. Dağınık değil mutlaktır, suret değil asıldır. Gül tükenmez, ışığı ödünç değildir.”  “Gülce”, “gül”ün son hecesine aldığı bir –ce ekiyle gül gibi, gül misâli gül dili mânâlarını taşır. Gülün kalbi ile susmanın, kalbe konuşmanın dilidir Gülce ve herkese hitap eder; çünkü herkesin bir kalbi vardır. Şöyle diyor şair ; “Bir tren ışığına güneşe çekmek seni/ Ve bir şehir yaratmak rûhundan Gülce diye” Ömer Lütfi Mete ise, o şehir içinde bir dilber kalesinin burcundan seslenir Gülce’ye. Şiirine “Uçurumun kenarındayım Hızır/ Ulu dilber kalesinin burcunda/ Muhteşem belâya nazır/ Topuklarım boşluğun avucunda/ Derin yar adımı çağırır” diyerek başlar. Bütün acıların son bulduğu nihai yerdir gül; ama tüm acıların da anasıdır aynı zamanda. O yüzden Gülce’yi seyre dalmayı “Muhteşem belaya nazır” diyerek tasvir eder. Gül’ün derdi tüm acıların cem olduğu sonuçtur. Şairin Hızır’a seslenişi ise aslında kendisinde kalan son kudretin bir çığlığıdır… “Civan hazır/ Divan hazır/ Ferman hazır/ Kurban hazır” derken sonsuz bir teslimiyet çiziyor karşımızda şair, ezelî bir boyun eğişle… Yaşanılan her anının, yan yana geçen her saniyenin teslimiyeti olmalı bu , göz göze gelinen her saniyenin getirdiği bir teslimiyet ona bakarken bütün dünyanın fluleşmesinin halidir bu ve gelinen nokta uçurumun kenarıdır her şey her yer gökyüzü olmuştur artık, dünyan Gülce olmuştur. Sonra düşersiniz o uçurumdan ve o düşüş anında ‘ Düştümse sana bakarken düştüm dersiniz’ ve koca bir çaresizlikle kendinizi boşluğa bırakırsınız… Bu derin şiiri analiz etmek için belki de sayfalar yetmez ama bir cümle var ki beni günlerce düşündüren bir dilber kalesinin burcunda olmak fikri şöyle yankılanıyor ruhumda; Bana uzun uzun bakan, beni içine doğru çeken bir güzel… O gözlerden ya içeriye düşeceksiniz ya da dışarıya, gözlerin içerisine düşerseniz cenneti dünyada yaşama imkanı bulacaksınız o halde derin yar adınızı çağırsa bile topuklarınızın boşlukta olduğunu hissetmesiniz, hiçbir korku sizi esir alamaz… O gözlerin içine düşmek sizi alıkoyan bir güç var sizi tutup sırtından çeken bir güç var Ömer Lütfi Mete’nin kitabında dünya bahsi olarak adlandırdığı kısım… Seni Leyla kendine çağırıyor ama ona bırakamıyorsun kendini, parmaklarının ucundasın ama sırtından yakalamış seni tam olarak gömleğinden tutmuş seni bırakmıyor dünya hâlbuki sen kendini Leyla’ya bırakmak istiyorsun topukların boşluğun avcunda derin yar adını çağırıyor. Kalmışsın parmaklarının ucunda senin içeriye düşmek için bir gamzelik rüzgar yetecek ama bir türlü bırakamıyorsun kendini içeriye işte tam o sırada Hızır’ı çağırıyorsun… “Korku nedir bilmeyen ben Tir tir titriyorum Gülce’den Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan Nutkum tutuluyor, ürperiyorum Saniyeler gözlerimde birer can Her saniyede bin can veriyorum.” Gülce’nin tek bir bakışını, her saniyede bin can vermekle ve bir kere değil de her seferinde tekrar ölmekle eş eğer tutarken, gözlere yüklediği mânâyı bir diğer şiirinde şöyle anlatır: “İliklerime girdi zehir gözler/ Zifir gözler/Dışı tenha insanın içi mahşer.” Şiirdeki derinliği anlatmak için çoğu zaman nefesimin yetmediği gerçeğiyle karşı karşıya kalarak,  içimizdeki  arafın daha iyi anlaşılması temennisi ile şiir birde yazıyı okuduktan sonra dinlemenizi rica ederek huzurunuzdan ayrılıyor.  Sağlıcakla kalın…
Ekleme Tarihi: 24 Ekim 2021 - Pazar

Bir Araf Şiiri Gülce

 Ömer Lütfi Mete, fikirleri olduğu kadar duyguları ile fikir dünyamızda iz bırakan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Gülce kitabını 3 kısım olarak ele alıyor kendisi Leyla bahsi, Mevla bahsi ve dünya bahsi olarak. Bu üç kavramın etrafında dolanırken Gülce şiiri ortaya çıkıyor. Gülce Leyla’nın ta kendisi, Hızır’a yapılan çağrı Mevla kısmını işaret ediyor, uçurum ise dünyayı temsil ediyor…

Nasıl ki insanları isimleri onları özel kılıyor, bir yerden sonra ismimiz haline bürünüyoruz. Şiirler de öyle bir hal alıyor ismi ile müsemma bir değer kazanıyor. ‘Gülce’ şiiri de öyle…  Suskunluğun şiiri olarak karşımıza çıkıyor, bizimle konuşmadan sohbet ediyor, yeni yeni dehlizler açıyor ruhumuzda ‘Gülce’… Dilsiz, dudaksız, sözsüz, sedasız dahası konuşmadan birçok şeyler anlatırsınız ya karşınızdakine onun şiiri ‘Gülce’ … Bazen  uzak uzak dolanmanın, uzaktan bakmayın şiiri, ama bir şekilde vuslata duyulan derin özlemin, yürekteki  hasretin kelimelerle can bulup sizin gölgen benim artık demenin edebi hali ‘Gülce’…

Nazan Bekiroğlu, “Gecikmiş Bir Gül Yazısı” isimli denemesinde gül için şunları dile getirir: “Hiç kimse gülün varlığından, dahası gülün anlamlarına ilişkin kelimelerin de var olduğundan habersiz değildir. Çünkü kalbe konuşur gül ve herkesin de kalbi vardır. Öyleyse gül herkes iledir ve herkes içindir. Gül sonuç değil sebeptir, tezâhür değil kaynaktır, gurbet değil sıladır. Dağınık değil mutlaktır, suret değil asıldır. Gül tükenmez, ışığı ödünç değildir.”

 “Gülce”, “gül”ün son hecesine aldığı bir –ce ekiyle gül gibi, gül misâli gül dili mânâlarını taşır. Gülün kalbi ile susmanın, kalbe konuşmanın dilidir Gülce ve herkese hitap eder; çünkü herkesin bir kalbi vardır. Şöyle diyor şair ; “Bir tren ışığına güneşe çekmek seni/ Ve bir şehir yaratmak rûhundan Gülce diye”

Ömer Lütfi Mete ise, o şehir içinde bir dilber kalesinin burcundan seslenir Gülce’ye. Şiirine “Uçurumun kenarındayım Hızır/ Ulu dilber kalesinin burcunda/ Muhteşem belâya nazır/ Topuklarım boşluğun avucunda/ Derin yar adımı çağırır” diyerek başlar. Bütün acıların son bulduğu nihai yerdir gül; ama tüm acıların da anasıdır aynı zamanda. O yüzden Gülce’yi seyre dalmayı “Muhteşem belaya nazır” diyerek tasvir eder. Gül’ün derdi tüm acıların cem olduğu sonuçtur. Şairin Hızır’a seslenişi ise aslında kendisinde kalan son kudretin bir çığlığıdır…

“Civan hazır/ Divan hazır/ Ferman hazır/ Kurban hazır” derken sonsuz bir teslimiyet çiziyor karşımızda şair, ezelî bir boyun eğişle… Yaşanılan her anının, yan yana geçen her saniyenin teslimiyeti olmalı bu , göz göze gelinen her saniyenin getirdiği bir teslimiyet ona bakarken bütün dünyanın fluleşmesinin halidir bu ve gelinen nokta uçurumun kenarıdır her şey her yer gökyüzü olmuştur artık, dünyan Gülce olmuştur. Sonra düşersiniz o uçurumdan ve o düşüş anında ‘ Düştümse sana bakarken düştüm dersiniz’ ve koca bir çaresizlikle kendinizi boşluğa bırakırsınız…

Bu derin şiiri analiz etmek için belki de sayfalar yetmez ama bir cümle var ki beni günlerce düşündüren bir dilber kalesinin burcunda olmak fikri şöyle yankılanıyor ruhumda; Bana uzun uzun bakan, beni içine doğru çeken bir güzel… O gözlerden ya içeriye düşeceksiniz ya da dışarıya, gözlerin içerisine düşerseniz cenneti dünyada yaşama imkanı bulacaksınız o halde derin yar adınızı çağırsa bile topuklarınızın boşlukta olduğunu hissetmesiniz, hiçbir korku sizi esir alamaz…

O gözlerin içine düşmek sizi alıkoyan bir güç var sizi tutup sırtından çeken bir güç var Ömer Lütfi Mete’nin kitabında dünya bahsi olarak adlandırdığı kısım… Seni Leyla kendine çağırıyor ama ona bırakamıyorsun kendini, parmaklarının ucundasın ama sırtından yakalamış seni tam olarak gömleğinden tutmuş seni bırakmıyor dünya hâlbuki sen kendini Leyla’ya bırakmak istiyorsun topukların boşluğun avcunda derin yar adını çağırıyor. Kalmışsın parmaklarının ucunda senin içeriye düşmek için bir gamzelik rüzgar yetecek ama bir türlü bırakamıyorsun kendini içeriye işte tam o sırada Hızır’ı çağırıyorsun…

“Korku nedir bilmeyen ben

Tir tir titriyorum Gülce’den

Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan

Nutkum tutuluyor, ürperiyorum

Saniyeler gözlerimde birer can

Her saniyede bin can veriyorum.”

Gülce’nin tek bir bakışını, her saniyede bin can vermekle ve bir kere değil de her seferinde tekrar ölmekle eş eğer tutarken, gözlere yüklediği mânâyı bir diğer şiirinde şöyle anlatır: “İliklerime girdi zehir gözler/ Zifir gözler/Dışı tenha insanın içi mahşer.”

Şiirdeki derinliği anlatmak için çoğu zaman nefesimin yetmediği gerçeğiyle karşı karşıya kalarak,  içimizdeki  arafın daha iyi anlaşılması temennisi ile şiir birde yazıyı okuduktan sonra dinlemenizi rica ederek huzurunuzdan ayrılıyor. 

Sağlıcakla kalın…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.