Burak Küçükaydın
Köşe Yazarı
Burak Küçükaydın
 

Her yazının bir kaderi var

Bazı insanlar için yazmak, kaçınılmaz bir sonuçtur… Hayat, bütün yolları onlar yazabilsin diye Arnavut kaldırımlarla döşer, bazen takılıp düşsünler, kimi zaman bilekleri burkulsun ve çoğu zaman yüz üstü yere kapaklansınlar ki yazının kıyısına sürüklendiklerinde o acılar hep canlı kalsın ve kaleme dökülsün… Aslında yaşadıklarımız, yaşamadıklarımız, gördüklerimiz, göremediklerimiz bizi biz yapan onca olgu bir yerden sonra sizi klavyenin başına oturtuyor ve kendinizle konuşmaya başlıyorsunuz… Yazmak cesaret gerektiren bir eylemdir. Yazanın, kendisine ve insanlara dair söz hakkı olduğuna dair bir beyandır aslında. Bu durum en çok yazanı inşa eder. Çünkü söz söylemenin, olgunlaştıran bir tarafı vardır. Başlangıç için atılan ilk adım sizi hiç girmediğiniz yollara da sokabilir çok yaşadım bunu, şunu yazayım derken kalemim beni almış hiç gitmediğim diyara götürülmüş sonu belli olmayan bir macera gibi yazmak çoğu zaman… Yazmaya başlamak için kimi zaman bir anne kimi zaman bir öğretmen o hayati okunuşun mimarı olabilir. Modern Türk hikâyeciliğinin mihenk taşlarından olan Sait Faik öğretmeni tarafından keşfedilir, yazması için cesaretlendirilir. Bu noktada ben yazmaya başlamaya hikâyemi Sabahattin Ali’ye benzetirim onun hikâyesi şöyle; Sabahattin Ali imkânsızlıklar içinde bir arayıştadır, bir liman aramaktadır kendine ve okuyarak insanlardan kaçar, kendi kendine yetmeyi öğrenir. Mutsuz bir ailede sinir hastası bir annenin elinde hayatı tanımaya çalışan Ali, evden uzaklaşır Balıkesir Muallim Mektebi’ne gittikten sonra burada yeni bir ortam edinir. Okumak ve yazmak onun için gerçek dünyanın acı tarafını unutarak kendi dünyasında tekrar hayat bulmasını sağlar. Okulun ikinci senesi gazete ve dergilere şiirler yazılar gönderir. Arkadaşlarıyla birlikte okul dergisi çıkarır ve ilk hikâyesi orada yayınlanır. Aslında Sabahattin Ali yavaş yavaş kendini doğurmaya başlamıştır ve ardında binlerce şiir, onlarca hikaye ile iç sesini günümüze kadar taşımıştır. Bugün benzer yaraları taşıyan gençler kendilerini bu yazıların içinde ararken hiçte zorluk çekmiyorlar, Sabahattin Ali yaralı bir çocukluğa sahip insanlar için sığınacak bir liman olarak hep duruyor ve bizi bekliyor. İnsanı yazmaya iten sebeplerin başında kırgınlıklar gelir. Bazen küçük bir hayal kırıklığı, kişinin içinde saklı cevheri ortaya çıkarması bakımından bir öğretmen kadar etkili olabilir. Burada Kafka geliyor aklımıza babası ile yaşadıkları onunla bir türlü anlaşamaması, anlaşılmaması onu yazmaya itmiştir Kafka yazarken yaşadığımı hissediyorum, babam sanki her cümleyi beni öldürmek için kuruyor diyerek bu derin kaçışın şifrelerini net bir şekilde önümüze seriyor. Bazı insanlar için yazmak bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Onun için günlerce emek verilerek cümlelerin kitaba dönüştüğü her esere saygı duymak gerektiğine inanıyorum. Kitaplarla gerçekten bağ kuran insanların yazması bir gün kaçınılmaz diye düşünüyorum. Bir yazar şöyle anlatıyor yazarlığa başlama serüvenini; Annem raflara sığmayan evin her yerini ahtapot gibi saran, karyolaların altına, duvar diplerine yerleşen kitaplar yüzünden rahatça temizlik yapamamaktan, yaşanacak yer kalmamasından şikâyet ederdi. Ağabeyim kitap alacağım diye aç gezmesi de hoş görülmezdi. Bütün kızgınlığına rağmen bir de bakardık ki annem gözlüğünü takmış bir köşede kitap okuyor. Böyle bir evden elbette iyi bir yazar çıkar, etrafınızdaki insanlara sağladığınız ortam onların gelişmesine katkı sağlamalı ki istediğiniz sonuçları alın. Mutsuz bir evden mutsuz çocuklar… Yukarıda anlatılan evi hayal ediyorum sık sık benimle böyle bir evim olur mu diye, o evin bir parçası olmak için elinden gelen tüm fedakârlıkları yapabilirim diye düşünmekten kendimi alamıyorum çoğu zaman, konuyu dağıtmadan yazma eylemine dönelim tekrar…   Görünen o ki hayat, yazma tutkusuna sahip bir insanın önüne kolay kolay hiçbir engel çıkaramıyor. Engel olarak çıkan şeyler, bu tutkuyu daha güçlü bir hale getiriyor. Bu durum yazanın daha sağlam bir dil evreni kurmasına ve daha güçlü bir düşünce dünyasına kavuşmasını sağlıyor. Yazmak aslında kendinle konuşmak fikrine hep inanıyorum olacağım, kendimle konuşurken kalemimi yanımdan ayırmayacağım diye bu yazı ile kendime de söz veriyorum.  Kuşlar bile kaderi ile uçar demişti bir şair, şiiriyle konuşurken buradan yola çıkarak her yazının bir kaderi var, yazıda kaderle uçar… Aslında yazarın yazma cesareti ortaya koyduğu o ilk an, yazı kanatlarını açmış, kendi kaderine doğru havalanmıştır… Yazma duygusunun ruhunuzda can bulduğu anlarda sevgiyle kalın…
Ekleme Tarihi: 21 Ağustos 2021 - Cumartesi

Her yazının bir kaderi var

Bazı insanlar için yazmak, kaçınılmaz bir sonuçtur… Hayat, bütün yolları onlar yazabilsin diye Arnavut kaldırımlarla döşer, bazen takılıp düşsünler, kimi zaman bilekleri burkulsun ve çoğu zaman yüz üstü yere kapaklansınlar ki yazının kıyısına sürüklendiklerinde o acılar hep canlı kalsın ve kaleme dökülsün… Aslında yaşadıklarımız, yaşamadıklarımız, gördüklerimiz, göremediklerimiz bizi biz yapan onca olgu bir yerden sonra sizi klavyenin başına oturtuyor ve kendinizle konuşmaya başlıyorsunuz…

Yazmak cesaret gerektiren bir eylemdir. Yazanın, kendisine ve insanlara dair söz hakkı olduğuna dair bir beyandır aslında. Bu durum en çok yazanı inşa eder. Çünkü söz söylemenin, olgunlaştıran bir tarafı vardır. Başlangıç için atılan ilk adım sizi hiç girmediğiniz yollara da sokabilir çok yaşadım bunu, şunu yazayım derken kalemim beni almış hiç gitmediğim diyara götürülmüş sonu belli olmayan bir macera gibi yazmak çoğu zaman…

Yazmaya başlamak için kimi zaman bir anne kimi zaman bir öğretmen o hayati okunuşun mimarı olabilir. Modern Türk hikâyeciliğinin mihenk taşlarından olan Sait Faik öğretmeni tarafından keşfedilir, yazması için cesaretlendirilir. Bu noktada ben yazmaya başlamaya hikâyemi Sabahattin Ali’ye benzetirim onun hikâyesi şöyle;

Sabahattin Ali imkânsızlıklar içinde bir arayıştadır, bir liman aramaktadır kendine ve okuyarak insanlardan kaçar, kendi kendine yetmeyi öğrenir. Mutsuz bir ailede sinir hastası bir annenin elinde hayatı tanımaya çalışan Ali, evden uzaklaşır Balıkesir Muallim Mektebi’ne gittikten sonra burada yeni bir ortam edinir. Okumak ve yazmak onun için gerçek dünyanın acı tarafını unutarak kendi dünyasında tekrar hayat bulmasını sağlar. Okulun ikinci senesi gazete ve dergilere şiirler yazılar gönderir. Arkadaşlarıyla birlikte okul dergisi çıkarır ve ilk hikâyesi orada yayınlanır. Aslında Sabahattin Ali yavaş yavaş kendini doğurmaya başlamıştır ve ardında binlerce şiir, onlarca hikaye ile iç sesini günümüze kadar taşımıştır. Bugün benzer yaraları taşıyan gençler kendilerini bu yazıların içinde ararken hiçte zorluk çekmiyorlar, Sabahattin Ali yaralı bir çocukluğa sahip insanlar için sığınacak bir liman olarak hep duruyor ve bizi bekliyor.

İnsanı yazmaya iten sebeplerin başında kırgınlıklar gelir. Bazen küçük bir hayal kırıklığı, kişinin içinde saklı cevheri ortaya çıkarması bakımından bir öğretmen kadar etkili olabilir. Burada Kafka geliyor aklımıza babası ile yaşadıkları onunla bir türlü anlaşamaması, anlaşılmaması onu yazmaya itmiştir Kafka yazarken yaşadığımı hissediyorum, babam sanki her cümleyi beni öldürmek için kuruyor diyerek bu derin kaçışın şifrelerini net bir şekilde önümüze seriyor. Bazı insanlar için yazmak bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Onun için günlerce emek verilerek cümlelerin kitaba dönüştüğü her esere saygı duymak gerektiğine inanıyorum.

Kitaplarla gerçekten bağ kuran insanların yazması bir gün kaçınılmaz diye düşünüyorum. Bir yazar şöyle anlatıyor yazarlığa başlama serüvenini; Annem raflara sığmayan evin her yerini ahtapot gibi saran, karyolaların altına, duvar diplerine yerleşen kitaplar yüzünden rahatça temizlik yapamamaktan, yaşanacak yer kalmamasından şikâyet ederdi. Ağabeyim kitap alacağım diye aç gezmesi de hoş görülmezdi. Bütün kızgınlığına rağmen bir de bakardık ki annem gözlüğünü takmış bir köşede kitap okuyor. Böyle bir evden elbette iyi bir yazar çıkar, etrafınızdaki insanlara sağladığınız ortam onların gelişmesine katkı sağlamalı ki istediğiniz sonuçları alın. Mutsuz bir evden mutsuz çocuklar… Yukarıda anlatılan evi hayal ediyorum sık sık benimle böyle bir evim olur mu diye, o evin bir parçası olmak için elinden gelen tüm fedakârlıkları yapabilirim diye düşünmekten kendimi alamıyorum çoğu zaman, konuyu dağıtmadan yazma eylemine dönelim tekrar…

 

Görünen o ki hayat, yazma tutkusuna sahip bir insanın önüne kolay kolay hiçbir engel çıkaramıyor. Engel olarak çıkan şeyler, bu tutkuyu daha güçlü bir hale getiriyor. Bu durum yazanın daha sağlam bir dil evreni kurmasına ve daha güçlü bir düşünce dünyasına kavuşmasını sağlıyor. Yazmak aslında kendinle konuşmak fikrine hep inanıyorum olacağım, kendimle konuşurken kalemimi yanımdan ayırmayacağım diye bu yazı ile kendime de söz veriyorum. 

Kuşlar bile kaderi ile uçar demişti bir şair, şiiriyle konuşurken buradan yola çıkarak her yazının bir kaderi var, yazıda kaderle uçar… Aslında yazarın yazma cesareti ortaya koyduğu o ilk an, yazı kanatlarını açmış, kendi kaderine doğru havalanmıştır…

Yazma duygusunun ruhunuzda can bulduğu anlarda sevgiyle kalın…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.