Burak Küçükaydın
Köşe Yazarı
Burak Küçükaydın
 

Kirpiler Gibi Yaşamak

Burak Küçükaydın-Yaşamadığımız çağın bizden aldıkları, bize verdikleri, yaşattıkları gerçekten enteresan biri çıkıp 5 yıl önce böyle şeyler yaşayacağız, bayramlar eskisi gibi olmayacak, insanlar bireyselleşecek, kendimizle baş başa kalacağız dese herhalde ciddiye almaz, gülüp geçerdim… Fakat yaş aldıkça, hayatta karşılaştığınız insan sayısı ve tecrübelerin artmasıyla herhalde ben artık şaşırmam fikri baskın gelse de öyle bir olay yaşıyorsunuz ki şaşırmak duygusu bir türlü ruhunuzu terk etmiyor. Neden bu kadar şaşırıyoruz... Bunun sebebini salgın sürecinde kendimizi daha çok sorguluyoruz, iç hesaplaşmamızı daha derinden yaşıyoruz diye düşünüyorum, insanlarla olan ilişkilerimizi daha fazla sorgular hale geldiğimizi hissediyorum ve bunun üzerine fikirlerimi aktarmak istiyorum. İnsan ve ilişkileri üzerine onlarca kitap, onca yazı okumama rağmen çağın getirdikleri ve insanın iç dünyasının dinamik yapısı sürekli yeni deneyimler kazanmanıza sebep oluyor. Bu noktada Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı ''Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler'' adlı eserinde ilginç bir tespit yapıyor insan ilişkileri üzerine şöyle diyor; Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu uzaklıkta duramayanlara, İngiltere’de “keep your distance!/mesafeni koru!” denir. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.” Freud’da şöyle diyor Schopenhauer’in kirpi teorisine atıfta bulunarak; Belki her birimiz ötekine karşı bir oklu kirpi konumundayız. Ne ki aynı toplum içinde bir arada yaşama durumundaysak birbirimize katlanmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz. Kimse ötekinin okuna takılmak istemiyorsa, kendi okunu da onu incitecek kadar ona yaklaştırmamaya özen göstermelidir. Demek ki herkesin ötekine bir yaklaşma mesafesi bulunmaktadır. Uzlaşının ve bir arada yaşamanın yolu bu mesafenin optimum noktasını bulmaktan geçiyor: Ne üşüyecek kadar uzak, ne canımız yanacak kadar yakın... Çokta alıntılarda boğulmadan bu noktada bizim hayatımızda yer alan dostlarımızla, iş arkadaşlarımızla bazen eşimizle, bazen ailemizle bu paradoksu yaşıyoruz bundan kaçma gibi bir lüksümüz olmuyor genellikle, ne seninle ne sensiz yaşanmıyor çaresiz sözleriyle bu topraklarda bu durumu en iyi açıklayan kişi Sezen Aksu herhalde fikrinden kendimi alamıyorum bir türlü. Aslında bu ikilemi yaşayan insanlar ya birbirlerinden uzak duracaklar, tek başına ölecekler ya da birbirlerini ısıtmaya çalışırken dikenler kalplerinden beyinlerine uzanan o uzun yolda canlarını yaka yaka yaşamayı öğretecektir o insanlara. Bu ilişkiler bu boyutta pek çok bir araya gelme ve tekrar uzaklaşma döngüsünde devam ederken, zamanla insanların birbirini tanıma katsayılar arttığında mükemmel mesafeye ulaşmak adına hamleler yaparlar ama bu mesafeyi korumak her zaman bir insan için zor olacaktır. İkili ilişkilerin en önemli problemi ‘mükemmel mesafeyi yakalamak ve korumak’ olgusu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insanın kimsenin giremediğini özel alanlarına girdiğinizde hem daha fazlasını, hep daha çoğunu isteriz fakat insanlarında dikenleri vardır. Ne kadar çok yaklaşırsanız o dikenler daha derine batar, canınızı daha fazla yakmaya başlar. Bu noktada uzaklaşmayı arzularsınız, bu fikir sizi üşütür ve ilişkilerdeki huzursuzluk bu noktada başlar. Uzaklaştıkça yalnızlık ve üşüme hissi, yakınlaştıkça daha fazla can yanma duygusu ruhunuzu ele geçirir. Mükemmel mesafeyi yakalayanlara ne mutlu onlar bu dünyada cenneti zaten yaşıyorlar. Yakalamayanların içinde derin bir sessizlik ve yalnızlık artık hüküm sürmeye çoktan başlamamıştır bile iç dünyalarında ne yazık ki… Bu konuyu nihayete Sadi Şirazi’nin bir sözü ile bağlamak istiyorum aslında iki cümle hayatınızın tam merkezine koyup ona göre yaşamanızı sağlayacak güçlü öğretilerle yüklü; İnsanlarla münasebetin, ateşle olan münasebetin gibi olsun... Çok uzaklaşma donarsın, çok yaklaşma yanarsın! İyi Bayramlar
Ekleme Tarihi: 13 Mayıs 2021 - Perşembe

Kirpiler Gibi Yaşamak

Burak Küçükaydın-Yaşamadığımız çağın bizden aldıkları, bize verdikleri, yaşattıkları gerçekten enteresan biri çıkıp 5 yıl önce böyle şeyler yaşayacağız, bayramlar eskisi gibi olmayacak, insanlar bireyselleşecek, kendimizle baş başa kalacağız dese herhalde ciddiye almaz, gülüp geçerdim… Fakat yaş aldıkça, hayatta karşılaştığınız insan sayısı ve tecrübelerin artmasıyla herhalde ben artık şaşırmam fikri baskın gelse de öyle bir olay yaşıyorsunuz ki şaşırmak duygusu bir türlü ruhunuzu terk etmiyor.

Neden bu kadar şaşırıyoruz... Bunun sebebini salgın sürecinde kendimizi daha çok sorguluyoruz, iç hesaplaşmamızı daha derinden yaşıyoruz diye düşünüyorum, insanlarla olan ilişkilerimizi daha fazla sorgular hale geldiğimizi hissediyorum ve bunun üzerine fikirlerimi aktarmak istiyorum.
İnsan ve ilişkileri üzerine onlarca kitap, onca yazı okumama rağmen çağın getirdikleri ve insanın iç dünyasının dinamik yapısı sürekli yeni deneyimler kazanmanıza sebep oluyor. Bu noktada Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı ''Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler'' adlı eserinde ilginç bir tespit yapıyor insan ilişkileri üzerine şöyle diyor; Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu uzaklıkta duramayanlara, İngiltere’de “keep your distance!/mesafeni koru!” denir. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.”
Freud’da şöyle diyor Schopenhauer’in kirpi teorisine atıfta bulunarak; Belki her birimiz ötekine karşı bir oklu kirpi konumundayız. Ne ki aynı toplum içinde bir arada yaşama durumundaysak birbirimize katlanmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz. Kimse ötekinin okuna takılmak istemiyorsa, kendi okunu da onu incitecek kadar ona yaklaştırmamaya özen göstermelidir. Demek ki herkesin ötekine bir yaklaşma mesafesi bulunmaktadır. Uzlaşının ve bir arada yaşamanın yolu bu mesafenin optimum noktasını bulmaktan geçiyor: Ne üşüyecek kadar uzak, ne canımız yanacak kadar yakın...

Çokta alıntılarda boğulmadan bu noktada bizim hayatımızda yer alan dostlarımızla, iş arkadaşlarımızla bazen eşimizle, bazen ailemizle bu paradoksu yaşıyoruz bundan kaçma gibi bir lüksümüz olmuyor genellikle, ne seninle ne sensiz yaşanmıyor çaresiz sözleriyle bu topraklarda bu durumu en iyi açıklayan kişi Sezen Aksu herhalde fikrinden kendimi alamıyorum bir türlü. Aslında bu ikilemi yaşayan insanlar ya birbirlerinden uzak duracaklar, tek başına ölecekler ya da birbirlerini ısıtmaya çalışırken dikenler kalplerinden beyinlerine uzanan o uzun yolda canlarını yaka yaka yaşamayı öğretecektir o insanlara. Bu ilişkiler bu boyutta pek çok bir araya gelme ve tekrar uzaklaşma döngüsünde devam ederken, zamanla insanların birbirini tanıma katsayılar arttığında mükemmel mesafeye ulaşmak adına hamleler yaparlar ama bu mesafeyi korumak her zaman bir insan için zor olacaktır.
İkili ilişkilerin en önemli problemi ‘mükemmel mesafeyi yakalamak ve korumak’ olgusu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insanın kimsenin giremediğini özel alanlarına girdiğinizde hem daha fazlasını, hep daha çoğunu isteriz fakat insanlarında dikenleri vardır. Ne kadar çok yaklaşırsanız o dikenler daha derine batar, canınızı daha fazla yakmaya başlar. Bu noktada uzaklaşmayı arzularsınız, bu fikir sizi üşütür ve ilişkilerdeki huzursuzluk bu noktada başlar. Uzaklaştıkça yalnızlık ve üşüme hissi, yakınlaştıkça daha fazla can yanma duygusu ruhunuzu ele geçirir. Mükemmel mesafeyi yakalayanlara ne mutlu onlar bu dünyada cenneti zaten yaşıyorlar. Yakalamayanların içinde derin bir sessizlik ve yalnızlık artık hüküm sürmeye çoktan başlamamıştır bile iç dünyalarında ne yazık ki…

Bu konuyu nihayete Sadi Şirazi’nin bir sözü ile bağlamak istiyorum aslında iki cümle hayatınızın tam merkezine koyup ona göre yaşamanızı sağlayacak güçlü öğretilerle yüklü; İnsanlarla münasebetin, ateşle olan münasebetin gibi olsun... Çok uzaklaşma donarsın, çok yaklaşma yanarsın!

İyi Bayramlar

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.