Biz Burhan Kuzu’yu iyi tanırız

GÜNDEM 10.08.2021 - 13:41, Güncelleme: 10.08.2021 - 13:41
 

Biz Burhan Kuzu’yu iyi tanırız

Meşhur sağcı, Aydınlar Ocağı’nın ‘Hocaların hocası’ ilan ettiği Sulhi Dönmezer’e ‘Sosyoloji’ dersini yazmışlardı. Kendisini bir gün bile görmedik. 1985’te yaş haddinden emekli oldu zaten. Onun yerine asistanı girerdi derslere. Ben asistanını Burhan Kuzu diye hatırlıyorum. Fakat bazı arkadaşlar Burhan Kuzu’nun ‘Anayasa Hukuku’ derslerine giren Selçuk Özçelik’in asistanı olduğunu söylüyor. 35 yıl geçti üzerinden.

İdris Özyol-1980’li yılların ikinci yarısı… Şimdiki İstanbul İletişim Fakültesi’nin adı o yıllarda Basın Yayın Yüksek Okulu’ydu.  Ben 1984 girişliyim, yani 1984-85 öğretim yılı… Meşhur sağcı, Aydınlar Ocağı’nın ‘Hocaların hocası’ ilan ettiği Sulhi Dönmezer’e ‘Sosyoloji’ dersini yazmışlardı. Kendisini bir gün bile görmedik. 1985’te yaş haddinden emekli oldu zaten. Onun yerine asistanı girerdi derslere. Ben asistanını Burhan Kuzu diye hatırlıyorum. Fakat bazı arkadaşlar Burhan Kuzu’nun ‘Anayasa Hukuku’ derslerine giren Selçuk Özçelik’in asistanı olduğunu söylüyor. 35 yıl geçti üzerinden. Ateşin tam önünde durduğumuz yıllardı. Olaylar, eylemler, gözaltılar, ev aramaları filan yüzünden elimizde çok fazla ‘evrak-ı metruke’ kalmadı. Benim kütüphanem mesela, polisten önce koşa koşa eve gelen arkadaşlar tarafından iki defa sıfırlandı. O nedenle geriye ‘hafızamızdan’ başka kaynak da fazla kalmadı. Sonuç olarak, ben bu Burhan Kuzu’yu İstanbul Basın-Yayın’dan asistan olarak tanırım. Dersine girdiği hocanın kitabını okurdu kürsüde. 12 Eylül’ü ve anayasasını överdi. Su katılmamış bir sağcıydı. Başka da bir şey olmadı zaten. Sulhi’den Tayyip’e uzanan yol Bir de 15 yıl sonra, 2000’li yılların başında gördüm. Fatih Camisi’nin dış duvarına dizilmiş küçük masa ve taburelerden oluşan ‘Duvar Dibi’ diye bir mekan vardı. Bir-iki kez çay içmişliğim, sohbet etmişliğim vardır orada. Bunlardan birinde, elinde küçük bir evrak çantasıyla uzaktan geçerken gördüm bu Kuzu’yu… Masada muhabbeti döndü hemen. AKP’nin kuruluş hazırlıklarının döndüğü dönemdi. Yani Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimlerin kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurulan Saadet’e katılmayıp, yollarını ayırdığı dönem. Yani meşhur ‘Biz Milli Görüş gömleğini çıkarttık’ varyetesi. Masadakilerden biri Burhan Kuzu’nun da Tayyip’in partisinin kurucu kadrosunda yer aldığını söyledi. Elinde, muhtemelen ders notlarını, kağıtlarını, evraklarını koyduğu küçük bir çantayla İstanbul Üniversitesi’nden çıkıp Fatih’teki evine doğru yürümekte olan bir profesör. Arabası bile yoktu demek ki…  Saray’dan bağlatılan telefonlar Kendisiyle ilgili kişisel tanıklığım bu kadar. Geçen yıl koronadan öldüğü duyuruldu. Osmanlı tabiriyle ‘defteri dürüldü’, yani özlük dosyası katlandı, bir kenara konuldu. Hukukun temel kavramlarındandır, ‘ölünün üzerinden hüküm kalkar’. Fakat Burhan Kuzu ölümünden sonra tartıya çıktı. Sedat Peker’in iddialarıyla defteri yeniden indirildi ve sayfalar kurcalanmaya başladı. Avukatının yaptığı telefon görüşmesinin kayıtları, Whatsapp yazışmaları filan gündemde birkaç gündür. Bir suç örgütünden diğerine savrulması, iktidarın kendi verdiği imtiyazları tepe tepe kullanması, büyük paralarla dosya takip etmesi, Adli Tıp raporlarını değiştirtmesi, mafyaya vatandaşlık verdirmek için yırtınması ve tabii bütün bu kirli ilişkilerin olmazsa olmazı ‘kadın mevzuları’… Bu yüzden yapılan şantajlar… Sarayın danışmanlarından biri olduğu için, artık yaygın bir iş bitirme, sindirme, nüfuz kullanma yöntemi haline geldiği iddia edilen, direkt Külliye’nin telefonlarından karşı tarafı bağlatmalar… Külliye’nin telefonuyla aranan hakimin, savcının, bürokratın, iş adamının, Adli Tıp mensubunun ne yapacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Hemen hazır ola geçiyor zaten aranan… Ölüsüne bir tas suyu dökenin de… Bütün bunları yapan kim? Bir Anayasa profesörü… Geçmişte ders verdiği, dersine girdiği öğrenciler hakim, savcı olmuş. Arıyor onları talimat veriyor. Kılıf da hazır… “Baktıkları dosyayla ilgili fikrimi söyledim” diyor. Hoca ya… Yersen yani… Oysa gerçek buz gibi ortada… Anayasa, hukuk, adalet bizzat bir ‘anayasa profesörü’ tarafından iğdiş ediliyor, kendi menfaati için tepe tepe kullanılıyor. İktidara, Erdoğan’a bunun yöntemleri hakkında danışmanlık yapıyor, bir ‘hukuk adamı’, hukukun nasıl katledileceğini öğretiyor kapalı kapıların ardında. Geçmişte okuldaki solcu öğrencilerden köşe bucak kaçan, 12 Eylül’ün propagandasını yapan, 82 Anayasası’nı canhıraş bir şekilde savunan bir akademisyen daha sonra bunun mamasını yemeye, iktidardan iktidara koşup cüzdanını şişirmeye, konduğu ganimetin sarhoşluğuyla her tür kirli ilişkiyi sürdürmeye devam ediyor. “Yargı sistemi bozuldu, hukuk çürüdü” deniyor ya, işte çürüme en baştan başlıyor. Yani balık baştan kokuyor. Sağcı profesörlerin yetiştirdiği bu sağcı kadrolar her iktidarın emir eri olmaya en baştan hazırdır zaten. Yetersiz, yeteneksiz, cahil, taş kafalı bu tipler üniversitede, bürokraside, yargıda, siyasette oluşturulmuş mekanizmanın bir dişlisi olarak çalışıp giderler. Bunları sorgulayan herkes ‘vatan haini’ olur. Çünkü ‘vatan’ diye kitlelere yutturulan şey bu namussuz, alçak,  palavracı şahısların iktidarıdır. Peki gerçekte öyle midir vatan? Tabii ki değildir. Vatan biziz, yani bu tosuncukların sürekli yağmaladığı, elli çeşit yalanla talan ettiği bizleriz. Biz iki ayağımızın üzerinde dikilmeye devam ediyoruz. Kuzugillere gelince, ‘ölüsüne bir tas suyu dökenin de’…
Meşhur sağcı, Aydınlar Ocağı’nın ‘Hocaların hocası’ ilan ettiği Sulhi Dönmezer’e ‘Sosyoloji’ dersini yazmışlardı. Kendisini bir gün bile görmedik. 1985’te yaş haddinden emekli oldu zaten. Onun yerine asistanı girerdi derslere. Ben asistanını Burhan Kuzu diye hatırlıyorum. Fakat bazı arkadaşlar Burhan Kuzu’nun ‘Anayasa Hukuku’ derslerine giren Selçuk Özçelik’in asistanı olduğunu söylüyor. 35 yıl geçti üzerinden.

İdris Özyol-1980’li yılların ikinci yarısı… Şimdiki İstanbul İletişim Fakültesi’nin adı o yıllarda Basın Yayın Yüksek Okulu’ydu.  Ben 1984 girişliyim, yani 1984-85 öğretim yılı… Meşhur sağcı, Aydınlar Ocağı’nın ‘Hocaların hocası’ ilan ettiği Sulhi Dönmezer’e ‘Sosyoloji’ dersini yazmışlardı. Kendisini bir gün bile görmedik. 1985’te yaş haddinden emekli oldu zaten. Onun yerine asistanı girerdi derslere. Ben asistanını Burhan Kuzu diye hatırlıyorum. Fakat bazı arkadaşlar Burhan Kuzu’nun ‘Anayasa Hukuku’ derslerine giren Selçuk Özçelik’in asistanı olduğunu söylüyor. 35 yıl geçti üzerinden. Ateşin tam önünde durduğumuz yıllardı. Olaylar, eylemler, gözaltılar, ev aramaları filan yüzünden elimizde çok fazla ‘evrak-ı metruke’ kalmadı. Benim kütüphanem mesela, polisten önce koşa koşa eve gelen arkadaşlar tarafından iki defa sıfırlandı. O nedenle geriye ‘hafızamızdan’ başka kaynak da fazla kalmadı. Sonuç olarak, ben bu Burhan Kuzu’yu İstanbul Basın-Yayın’dan asistan olarak tanırım. Dersine girdiği hocanın kitabını okurdu kürsüde. 12 Eylül’ü ve anayasasını överdi. Su katılmamış bir sağcıydı. Başka da bir şey olmadı zaten.

Sulhi’den Tayyip’e uzanan yol

Bir de 15 yıl sonra, 2000’li yılların başında gördüm. Fatih Camisi’nin dış duvarına dizilmiş küçük masa ve taburelerden oluşan ‘Duvar Dibi’ diye bir mekan vardı. Bir-iki kez çay içmişliğim, sohbet etmişliğim vardır orada. Bunlardan birinde, elinde küçük bir evrak çantasıyla uzaktan geçerken gördüm bu Kuzu’yu… Masada muhabbeti döndü hemen. AKP’nin kuruluş hazırlıklarının döndüğü dönemdi. Yani Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimlerin kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurulan Saadet’e katılmayıp, yollarını ayırdığı dönem. Yani meşhur ‘Biz Milli Görüş gömleğini çıkarttık’ varyetesi. Masadakilerden biri Burhan Kuzu’nun da Tayyip’in partisinin kurucu kadrosunda yer aldığını söyledi. Elinde, muhtemelen ders notlarını, kağıtlarını, evraklarını koyduğu küçük bir çantayla İstanbul Üniversitesi’nden çıkıp Fatih’teki evine doğru yürümekte olan bir profesör. Arabası bile yoktu demek ki… 

Saray’dan bağlatılan telefonlar

Kendisiyle ilgili kişisel tanıklığım bu kadar. Geçen yıl koronadan öldüğü duyuruldu. Osmanlı tabiriyle ‘defteri dürüldü’, yani özlük dosyası katlandı, bir kenara konuldu. Hukukun temel kavramlarındandır, ‘ölünün üzerinden hüküm kalkar’. Fakat Burhan Kuzu ölümünden sonra tartıya çıktı. Sedat Peker’in iddialarıyla defteri yeniden indirildi ve sayfalar kurcalanmaya başladı. Avukatının yaptığı telefon görüşmesinin kayıtları, Whatsapp yazışmaları filan gündemde birkaç gündür. Bir suç örgütünden diğerine savrulması, iktidarın kendi verdiği imtiyazları tepe tepe kullanması, büyük paralarla dosya takip etmesi, Adli Tıp raporlarını değiştirtmesi, mafyaya vatandaşlık verdirmek için yırtınması ve tabii bütün bu kirli ilişkilerin olmazsa olmazı ‘kadın mevzuları’… Bu yüzden yapılan şantajlar… Sarayın danışmanlarından biri olduğu için, artık yaygın bir iş bitirme, sindirme, nüfuz kullanma yöntemi haline geldiği iddia edilen, direkt Külliye’nin telefonlarından karşı tarafı bağlatmalar… Külliye’nin telefonuyla aranan hakimin, savcının, bürokratın, iş adamının, Adli Tıp mensubunun ne yapacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Hemen hazır ola geçiyor zaten aranan…

Ölüsüne bir tas suyu dökenin de…

Bütün bunları yapan kim? Bir Anayasa profesörü… Geçmişte ders verdiği, dersine girdiği öğrenciler hakim, savcı olmuş. Arıyor onları talimat veriyor. Kılıf da hazır… “Baktıkları dosyayla ilgili fikrimi söyledim” diyor. Hoca ya… Yersen yani… Oysa gerçek buz gibi ortada… Anayasa, hukuk, adalet bizzat bir ‘anayasa profesörü’ tarafından iğdiş ediliyor, kendi menfaati için tepe tepe kullanılıyor. İktidara, Erdoğan’a bunun yöntemleri hakkında danışmanlık yapıyor, bir ‘hukuk adamı’, hukukun nasıl katledileceğini öğretiyor kapalı kapıların ardında. Geçmişte okuldaki solcu öğrencilerden köşe bucak kaçan, 12 Eylül’ün propagandasını yapan, 82 Anayasası’nı canhıraş bir şekilde savunan bir akademisyen daha sonra bunun mamasını yemeye, iktidardan iktidara koşup cüzdanını şişirmeye, konduğu ganimetin sarhoşluğuyla her tür kirli ilişkiyi sürdürmeye devam ediyor. “Yargı sistemi bozuldu, hukuk çürüdü” deniyor ya, işte çürüme en baştan başlıyor. Yani balık baştan kokuyor. Sağcı profesörlerin yetiştirdiği bu sağcı kadrolar her iktidarın emir eri olmaya en baştan hazırdır zaten. Yetersiz, yeteneksiz, cahil, taş kafalı bu tipler üniversitede, bürokraside, yargıda, siyasette oluşturulmuş mekanizmanın bir dişlisi olarak çalışıp giderler. Bunları sorgulayan herkes ‘vatan haini’ olur. Çünkü ‘vatan’ diye kitlelere yutturulan şey bu namussuz, alçak,  palavracı şahısların iktidarıdır. Peki gerçekte öyle midir vatan? Tabii ki değildir. Vatan biziz, yani bu tosuncukların sürekli yağmaladığı, elli çeşit yalanla talan ettiği bizleriz. Biz iki ayağımızın üzerinde dikilmeye devam ediyoruz. Kuzugillere gelince, ‘ölüsüne bir tas suyu dökenin de’…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.