İleteşemeyen bireyler ve ileteşemeyen toplumlar

GÜNDEM 23.01.2023 - 22:24, Güncelleme: 23.01.2023 - 22:24
 

İleteşemeyen bireyler ve ileteşemeyen toplumlar

İletişim insanın varoluşundan bu yana devam eden en önemli olgu.

Beden dilini es geçersek, sözlü iletişimle başlayan iletişim, yazılı kültüre, bilişim/ internet kültürüne kadar uzandı. Şimdi ise çoklu iletişim halindeyiz. Sözlü iletişimde konuşurken mi düşünceler oluşur, yoksa düşünüp mü söylersiniz bu bile bir tartışma konusu. Yumurta tavuk misali. Mesela bugün haberlere düşen “Ayakkabısını ellerimizle yalamamız lazım” ifadesi düşünülerek söylenmiş olabilir mi?  Muallakta... Yazılı iletişimde de böyle mi? Yani yazarken mi düşünürüz, yoksa düşünüp mü yazarız? Kanaatimce çoğunlukla ikincisi. Belki bu yüzdendir ki yazışma daha sağlıklı gibi. Peki bu kadar aracın olduğu ortamda, gerçekten iletişimde miyiz? Yoksa ileteşemeyenlerden/ iletişimi beceremeyenlerden miyiz? İletişimi sadece konuşmak, yazmak, velhasıl kaynaktan çıkan ileti olarak ele alırsanız tamam iletişim hep var. Kendi kendinizle konuşmak gibi. Bu bir iletişim mi? Peki alıcı bunu almıyor, almak istemiyorsa? Alıcının dönüşü yoksa? İşte esas mevzu bence burada. İletişimde bir kaynak vardır başlangıç. Bir ileti/ mesaj vardır sunulan, bir de o mesajı taşıyan, hedefe/alıcıya yönelen bir araç/aracı. Sonra hedef/alıcı, mesajın alınması ve geri bildirim sürecidir iletişim süreci. Oysa öyle bir haldeyiz ki şimdi. Alıcı yok, herkes neredeyse verici. Alıcı? Dinlemek, anlamak, anlamlandırmak? Anlamak bir çaba sarf ettirir, belki bu yüzdendir. Üşengeciz biraz, biraz da belki tembel. Kolayına gidiyoruz hayatın, dinlemeyi, anlamayı değil, genellikle konuşmayı tercih ediyoruz. Hep bir ikna çabası, hep bir kendini anlatma ve anlaşılma çabası. Dikkat edin, aileler içindeki, ya da birlikteliklerdeki anlaşmazlıkların çoğu eşlerin birbirleri ile gerçek anlamda konuşamamaları. Kimsenin işine gelmiyor konuşmak anlamak. Günümüz bireycilik olgusundandır belki, pek işimize gelmiyor bu. Bu olgu toplumun her kurumunda böyle sanki. Kimi anlatmaz, kimi anlatır anlaşılmaz, kimi ise hiç muhatap olmaz ..Mutsuz bireyler, çözülemeyen işler, sorunlar, problemler, problemler... İçinde bulunduğumuz durum da böyle değil mi? Sürekli bir şeyler anlatılmakta, sürekli bir propaganda, sürekli bir ikna çabası. Alıcının geri dönüşü? Vatandaşı gerçekten dinleyip anlayan kim var? Çözüm sunan? Bir de şu var ki bize ulaşan mesajı olduğu gibi süzgeçten geçirmeden alıp montelersek beynimize, hem de doğru niteliğinde; işte bu sorunlu. Mesajların niteliği, karşınızdakinin bu mesajı verme nedeni, bağlamı, gerçekliği, gerçekte ne istediği, doğruluğu, kaynağın neyi, nasıl, hangi şartlarda yaşarken bu mesajı verdiği gibi bir değerlendirmeden geçirilmeli. Kendi önyargısız değerlendirmemiz ve yorumumuz önemli. Yoksa bir evcilin emre telakkisi gibi koyun koyun gideriz mesajın peşi sıra ki bu tehlikeli ve önemli. Alınan mesajların yaşadığımız dünyayla, yaşam dünyamızla ilişkisi, tutarlılığı mühim konu. Öyle bir hal aldı ki iletişim, sağdan soldan/ yukarıdan aşağıdan uğultu halinde sesler. Her kafadan doğal olarak bir ses çıkıyor ve ortalıkta bir gürültü enikonu, kimse kimsenin sesini duyamıyor. Öyle ki bu gürültü yaşananları, yaşadıklarımızı bile bastırıyor, görmüyoruz hiç bir şeyi. Kimin sesi güçlüyse, kimin mesajı ulaştırmak için elinde etkin aracı varsa onun sesini duyuyor herkes, sesler gümbür gümbür ortalıkta. Kimi pes etmiş, tıkamış kulaklarını yaşadığına bakıyor. Kimi bu sesler arasında kalmış bocalıyor. Kimi ise ki en tehlikeli durum bu, sorgulamadan, yaşadıklarına/ yaşananlara bakmadan söyleme kendini kaptırıp huşu içinde söyleyenin arkasında saf tutuyor. Konuşanlar da söylediklerinin ne kadarına kendileri inanıyor belli değil. Mesajların niteliği, içeriği, gerçekliği belli değil. Sorun şu ki ortalıktaki iletilerin kaçının alıcılara ulaştığı bile ( ileti araçlarının yanlılığı da düşünüldüğünde) belli değil. Alıcının (bireylerin/ halkın) mesajın ne kadarını aldığı, doğru mu aldığı belli değil. Velhasıl iletişimin söyleyen/ kaynak/ verici çıkışı da, kullanılan  aracı da, iletisi de, alıcısı da şu devirde tam bir sıkıntı ve tam bir bilmece.. İşin özü çoğunlukla gerçek anlamda bir iletişime sahip değiliz Her şeyin başında en önce tüm toplum olarak iletişimi öğrenmeliyiz. Belki bu sayede algılarımız açılır, birbirimizi anlar, bir arada yaşamanın anlamını değerini ve güzelliğini anlayabiliriz. Biraraya gelebiliriz. Birbirimizle gerçekten ileteşebildiğimiz ve birbirimizi anlayabildiğimiz güzel ve aydınlık günlere diyelim.
İletişim insanın varoluşundan bu yana devam eden en önemli olgu.

Beden dilini es geçersek, sözlü iletişimle başlayan iletişim, yazılı kültüre, bilişim/ internet kültürüne kadar uzandı.

Şimdi ise çoklu iletişim halindeyiz.

Sözlü iletişimde konuşurken mi düşünceler oluşur, yoksa düşünüp mü söylersiniz bu bile bir tartışma konusu. Yumurta tavuk misali.

Mesela bugün haberlere düşen “Ayakkabısını ellerimizle yalamamız lazım” ifadesi düşünülerek söylenmiş olabilir mi?  Muallakta...

Yazılı iletişimde de böyle mi? Yani yazarken mi düşünürüz, yoksa düşünüp mü yazarız? Kanaatimce çoğunlukla ikincisi. Belki bu yüzdendir ki yazışma daha sağlıklı gibi.

Peki bu kadar aracın olduğu ortamda, gerçekten iletişimde miyiz?

Yoksa ileteşemeyenlerden/ iletişimi beceremeyenlerden miyiz?

İletişimi sadece konuşmak, yazmak, velhasıl kaynaktan çıkan ileti olarak ele alırsanız tamam iletişim hep var. Kendi kendinizle konuşmak gibi. Bu bir iletişim mi?

Peki alıcı bunu almıyor, almak istemiyorsa? Alıcının dönüşü yoksa?

İşte esas mevzu bence burada.

İletişimde bir kaynak vardır başlangıç. Bir ileti/ mesaj vardır sunulan, bir de o mesajı taşıyan, hedefe/alıcıya yönelen bir araç/aracı. Sonra hedef/alıcı, mesajın alınması ve geri bildirim sürecidir iletişim süreci.

Oysa öyle bir haldeyiz ki şimdi.

Alıcı yok, herkes neredeyse verici.

Alıcı?

Dinlemek, anlamak, anlamlandırmak?

Anlamak bir çaba sarf ettirir, belki bu yüzdendir. Üşengeciz biraz, biraz da belki tembel.

Kolayına gidiyoruz hayatın, dinlemeyi, anlamayı değil, genellikle konuşmayı tercih ediyoruz.

Hep bir ikna çabası, hep bir kendini anlatma ve anlaşılma çabası.

Dikkat edin, aileler içindeki, ya da birlikteliklerdeki anlaşmazlıkların çoğu eşlerin birbirleri ile gerçek anlamda konuşamamaları. Kimsenin işine gelmiyor konuşmak anlamak. Günümüz bireycilik olgusundandır belki, pek işimize gelmiyor bu.

Bu olgu toplumun her kurumunda böyle sanki. Kimi anlatmaz, kimi anlatır anlaşılmaz, kimi ise hiç muhatap olmaz ..Mutsuz bireyler, çözülemeyen işler, sorunlar, problemler, problemler...

İçinde bulunduğumuz durum da böyle değil mi? Sürekli bir şeyler anlatılmakta, sürekli bir propaganda, sürekli bir ikna çabası.

Alıcının geri dönüşü?

Vatandaşı gerçekten dinleyip anlayan kim var? Çözüm sunan?

Bir de şu var ki bize ulaşan mesajı olduğu gibi süzgeçten geçirmeden alıp montelersek beynimize, hem de doğru niteliğinde; işte bu sorunlu. Mesajların niteliği, karşınızdakinin bu mesajı verme nedeni, bağlamı, gerçekliği, gerçekte ne istediği, doğruluğu, kaynağın neyi, nasıl, hangi şartlarda yaşarken bu mesajı verdiği gibi bir değerlendirmeden geçirilmeli. Kendi önyargısız değerlendirmemiz ve yorumumuz önemli. Yoksa bir evcilin emre telakkisi gibi koyun koyun gideriz mesajın peşi sıra ki bu tehlikeli ve önemli.

Alınan mesajların yaşadığımız dünyayla, yaşam dünyamızla ilişkisi, tutarlılığı mühim konu.

Öyle bir hal aldı ki iletişim, sağdan soldan/ yukarıdan aşağıdan uğultu halinde sesler. Her kafadan doğal olarak bir ses çıkıyor ve ortalıkta bir gürültü enikonu, kimse kimsenin sesini duyamıyor.

Öyle ki bu gürültü yaşananları, yaşadıklarımızı bile bastırıyor, görmüyoruz hiç bir şeyi.

Kimin sesi güçlüyse, kimin mesajı ulaştırmak için elinde etkin aracı varsa onun sesini duyuyor herkes, sesler gümbür gümbür ortalıkta.

Kimi pes etmiş, tıkamış kulaklarını yaşadığına bakıyor.

Kimi bu sesler arasında kalmış bocalıyor.

Kimi ise ki en tehlikeli durum bu, sorgulamadan, yaşadıklarına/ yaşananlara bakmadan söyleme kendini kaptırıp huşu içinde söyleyenin arkasında saf tutuyor.

Konuşanlar da söylediklerinin ne kadarına kendileri inanıyor belli değil. Mesajların niteliği, içeriği, gerçekliği belli değil.

Sorun şu ki ortalıktaki iletilerin kaçının alıcılara ulaştığı bile ( ileti araçlarının yanlılığı da düşünüldüğünde) belli değil.

Alıcının (bireylerin/ halkın) mesajın ne kadarını aldığı, doğru mu aldığı belli değil.

Velhasıl iletişimin söyleyen/ kaynak/ verici çıkışı da, kullanılan  aracı da, iletisi de, alıcısı da şu devirde tam bir sıkıntı ve tam bir bilmece..

İşin özü çoğunlukla gerçek anlamda bir iletişime sahip değiliz

Her şeyin başında en önce tüm toplum olarak iletişimi öğrenmeliyiz.

Belki bu sayede algılarımız açılır, birbirimizi anlar, bir arada yaşamanın anlamını değerini ve güzelliğini anlayabiliriz. Biraraya gelebiliriz.

Birbirimizle gerçekten ileteşebildiğimiz ve birbirimizi anlayabildiğimiz güzel ve aydınlık günlere diyelim.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.