Olur olur gider

13.09.2019 - 13:21, Güncelleme: 07.12.2020 - 14:04
 

Olur olur gider

İlk üç haftada alınan bir deplasman galibiyeti bir iç saha yenilgisi ve bir deplasman beraberliği bu sezon nasıl bir Antalyaspor izleyeceğimiz hakkında fikir sahibi olmamıza yetti. Anlaşılıyor ki Antalyaspor iç sahada öne oynadığı anlarda rakibini asla çaresiz bırakmayacak ve etkili olması beklenen futbolcularının form durumuna göre sonuçlar şekillenecek. Yani iyi savunursa gol yemeyecek, hücum bölgesindeki oyuncuların kimyası tutar ve form durumları iyi ise skor üretecek. Dolayısıyla rakiplerinin çok kafa yormasına gerek kalmayacak, çoğunlukla benzerini onlar da uygulayacak, artık kim kimi alt ederse. Antalyaspor, Denizlispor maçında ilk hafta Göztepe’yi düşürdüğü duruma düşmüştü. Maçtan sonra Bülent Korkmaz’ın açıklamasında bahsettiği gibi oyun olarak üstünlük falan olmadı. İlk iki maçı kıyaslarsak ev sahibi takımların çok az farkla topa sahip olma yüzdesi rakiplerinin üzerindeydi. Yine iki maçı karşılaştırınca, ilk maçta Göztepe 7, ikinci hafta Antalyaspor 19 şut atmış. Bu istatistiğe göre Antalyaspor ev sahibi takım olarak Göztepe’den daha üretkendi gibi gözükse de aslında fark sadece rakamsaldı, sebebi de umutsuzca ve oyunsal kısırlık kaynaklı olarak Antalyasporlu futbolcuların bıkkınlıkla çok şut çekmeleri. Bu durum o kadar eğreti bir şekilde göze battı ki, resmen takımın pozisyon üretme konusundaki çaresizliğini belgeledi. Takım, hoca tarafından sahaya sürülmüş ve ‘bakın başınızın çaresine, gol atın işte’ denmiş bir oyuncu gurubundan ibaretti. Vücut dilleri bile bunu söylüyordu. Geçen hafta Konyaspor ile Konya’da oynanan maçı da hem Denizlispor maçının ardılı olarak inceleyelim hem de Göztepe maçıyla karşılaştıralım: Yine ev sahibi takımlar açısından bakılınca Konyaspor, Denizlispor karşısındaki Antalyaspor’a göre daha etkili oynayarak ve daha çok topa sahip olarak bunun karşılığını iki gol bularak aldı. Denizlispor kalesine çoğu altı pasa dahi ulaşmayan öylesine şutlar atan Antalyaspor ise gol bulamamıştı. Topla oynama yüzdesi ise rakibinin yalnız bir tık üzerindeydi. Ama Denizlispor’un Antalyaspor’a yaptığını Antalyaspor, Konyaspor’a yaparak deplasmanda iki gol buldu. Maçları birbirleriyle ilişkilendirmek ciddi olarak bize fikir veriyor. Konyaspor oyun oynama kabiliyeti olarak Göztepe’den daha iyi olduğu için de Göztepe mağlup olurken Konyaspor olmadı. Buradan Antalyaspor ‘un mevcut oyun felsefesinin ve form durumunun şimdilik deplasmanda daha verimli olduğu anlaşılıyor. Çünkü hücumsal beklentinin düşük olduğu deplasman maçlarında rakip defans da sıkıntılı olunca vasatlık iş yapıyor. Hadi biraz da havanda su dövelim. İşe yaramayacak olsa da, altını çizerek ifade edelim. Böyle futbol oynanmaz. Artık modern futbol falan demek istemiyorum. “Futbol” böyle bir şey değil, modernliği geçtim. Altyapıdan itibaren, sektörde tutunma, forma kapma ve meslek edinme telaşıyla yardıran gençlerle başlayan hikaye, profesyonel takımlarda da yine kadroya girme, maç başı parasını alma, tekneyi yürütme dertleri baskın gelen oyuncu mantalitesiyle devam ediyor. Çok koşmanın değerliliği ile ilgili vasat futbol izleyicisinin düştüğü yanılgı, futbolu teknik anlamda yönetenlere ve oynayanlara da sirayet etmiş durumda. Top oynayan ya da oynamaya çalışan bir takıma karşı basmak, sahanın her yerinde mücadele etmek çok matah bir şey sanılıyor. Ama işin aslı bu işleyiş, matah bir şey olmak bir tarafa, tam olarak bir yetersizlik ifadesi. Sürekli koşuyorlar çünkü oynayamıyorlar. Doğukan Sinik mesela… Deli gibi oradan oraya koşmayı bırakabilse, hocası da altyapıdan çıkışındaki meziyetler ile daha çok ilgilense, gelişimine katkı koysa ve ona öyle bir misyon yüklese oyun da üretebilir, skor da. Ama takımın en genci olarak koşmak basmak en çok onun görevi, böyle bellemiş ya da belletmişler. Bu anlayış böyle oyuncuları köreltir. Örneği çok.  Aslında aklı çalışan, içinde futbol sevgisi olan oyuncular bu durumdan hoşnut değiller ama ekmek-forma aslanın ağzında. Teknik direktörlük de böyle bir oyuncu topluluğuna müdürlük etme makamından başka bir şey olmuyor birçokları için. İki lafından biri istikrar ve ekonomi olan hocalar, futbola hizmet etme ve stratejiler geliştirme derdinde falan değiller. Çünkü hayat onlara böyle de yeterince güzel. Topu daha fazla kullanan takım kimliğine bürünmek için ne uğraşacak. Bülent Korkmaz da bu macerasında yalnız değil, Türk futbol çarkının herhangi bir dişlisi sadece. Ona kızdığım falan yok. Mevcut Türk futbolu nasıl işliyorsa, mekanik olarak ona iyi adapte olmuş, elit görünümlü bir dişli o da. Bol yıldızlı ve pahalı takımlar harici bir takımla herhangi bir başarısı olmayan, teknik bilgisi tartışılan ama kariyer yönetimi konusunda uzman, futbolumuzun imparatoru Fatih Terim’in ekolünden yetişmiş olması da aslında açılıyor her şeyi. Fredy stilinde bir oyuncudan orta sahada faydalanmak, seri ve ince paslarla alanlar açmak, sürekli hareket halinde bir ikinci ve üçüncü bölge falan… Uzatmayacağım. Diego atsın öne, öndekiler de çözsün düğümü, o kadar transfer yapıldı değil mi? Futbolcuların keyfine bağlı yani bütün umutlar. Bir nevi mahkumiyet yani. Kime? Kimi zaman savaşçı oyuncu kimliği ile ekmek yiyen ve tabiri caiz ise papazlaşmış, bireysel performansı sürekli öne çıkarılan, tribünlerin gözbebeği denilen, kimi zaman kimin ne para kazandığı dahil her konuya maydanoz olan, kadroya karışan ve aslında kendine çalışan futbolculara. Neyse, dönelim Antalyaspor’un güncel macerasına. Denizlispor maçında Antalyaspor, genç yetenek Paul Mukairu’yu kullanamamıştı. İlk hafta deplasman maçı olması nedeniyle hızlı çıkışlarda, alan boşaltan arkadaşları da olunca rakibi tehdit eden çıkışlar yaptı Paul. Bir de senaryosu kuvvetliydi, rolü çoktu deplasman maçı olduğu için. İkinci maçta ise boş alan bulamadı, iyi son paslar alamadı, bir iki kez topla buluştu onları da olumlu kullandı ama rolü azdı. Baskın abiler iç sahada az kenara çekil dediler, sahne bizim. Ama Konyaspor maçında yine sahne aldı genç Paul ve 1 puanı getirdi. Daha önce de yazdığım meziyetini kullandı attığı golde, topu alışı ve rakibine kendini bozdurmadan vücudunu kullanma becerisi bu çocuğun en temel özelliği. Santrfor olduğu içim şanslı aslında, Doğukan’a yaptırdıkları gibi hamallık yaptıramıyorlar mevkisi gereği. Önümüzde Kayserispor maçı var. Yenilerin takıma adaptasyonu ile iç saha puanları da almaya başlayacak Antalyaspor. Öngörülen bu en azından. Olur mu? Gayet mümkün. Bülent Korkmaz’ın Konyaspor maçı sonrası demecinde söylediği de bu. Daha çok hücum aksiyonu olacak bundan sonra diyor. Çalışarak, alternatif organizasyonlar deneyerek olacak bir şeyden bahsetmiyor bence. Sakatlıktan çıkan Amilton ve Aatıf hiç hazır değillerdi milli maç arasına kadar, Gelson ve yeni transfer Leshcuk da bir süre alışma dönemi geçirecekler. Form ve uyum seviyeleri muhtemel ki yükselecek, hoca da buna bel bağlamış durumda. E vakit de var daha, sezon Temmuz’da açıldı şunun şurası, ilk on hafta hazırlık döneminden sayılır oldu zaten.  İlk haftaların puan kayıplarının maddi zararını, gecikmiş ve daha ekonomik hale gelmiş transferlerle fitledik nasılsa, bundan sonrası da Antalyalı tabiriyle olur olur gider.

İlk üç haftada alınan bir deplasman galibiyeti bir iç saha yenilgisi ve bir deplasman beraberliği bu sezon nasıl bir Antalyaspor izleyeceğimiz hakkında fikir sahibi olmamıza yetti. Anlaşılıyor ki Antalyaspor iç sahada öne oynadığı anlarda rakibini asla çaresiz bırakmayacak ve etkili olması beklenen futbolcularının form durumuna göre sonuçlar şekillenecek. Yani iyi savunursa gol yemeyecek, hücum bölgesindeki oyuncuların kimyası tutar ve form durumları iyi ise skor üretecek. Dolayısıyla rakiplerinin çok kafa yormasına gerek kalmayacak, çoğunlukla benzerini onlar da uygulayacak, artık kim kimi alt ederse.

Antalyaspor, Denizlispor maçında ilk hafta Göztepe’yi düşürdüğü duruma düşmüştü. Maçtan sonra Bülent Korkmaz’ın açıklamasında bahsettiği gibi oyun olarak üstünlük falan olmadı. İlk iki maçı kıyaslarsak ev sahibi takımların çok az farkla topa sahip olma yüzdesi rakiplerinin üzerindeydi. Yine iki maçı karşılaştırınca, ilk maçta Göztepe 7, ikinci hafta Antalyaspor 19 şut atmış. Bu istatistiğe göre Antalyaspor ev sahibi takım olarak Göztepe’den daha üretkendi gibi gözükse de aslında fark sadece rakamsaldı, sebebi de umutsuzca ve oyunsal kısırlık kaynaklı olarak Antalyasporlu futbolcuların bıkkınlıkla çok şut çekmeleri. Bu durum o kadar eğreti bir şekilde göze battı ki, resmen takımın pozisyon üretme konusundaki çaresizliğini belgeledi. Takım, hoca tarafından sahaya sürülmüş ve ‘bakın başınızın çaresine, gol atın işte’ denmiş bir oyuncu gurubundan ibaretti. Vücut dilleri bile bunu söylüyordu.

Geçen hafta Konyaspor ile Konya’da oynanan maçı da hem Denizlispor maçının ardılı olarak inceleyelim hem de Göztepe maçıyla karşılaştıralım: Yine ev sahibi takımlar açısından bakılınca Konyaspor, Denizlispor karşısındaki Antalyaspor’a göre daha etkili oynayarak ve daha çok topa sahip olarak bunun karşılığını iki gol bularak aldı. Denizlispor kalesine çoğu altı pasa dahi ulaşmayan öylesine şutlar atan Antalyaspor ise gol bulamamıştı. Topla oynama yüzdesi ise rakibinin yalnız bir tık üzerindeydi. Ama Denizlispor’un Antalyaspor’a yaptığını Antalyaspor, Konyaspor’a yaparak deplasmanda iki gol buldu. Maçları birbirleriyle ilişkilendirmek ciddi olarak bize fikir veriyor. Konyaspor oyun oynama kabiliyeti olarak Göztepe’den daha iyi olduğu için de Göztepe mağlup olurken Konyaspor olmadı. Buradan Antalyaspor ‘un mevcut oyun felsefesinin ve form durumunun şimdilik deplasmanda daha verimli olduğu anlaşılıyor. Çünkü hücumsal beklentinin düşük olduğu deplasman maçlarında rakip defans da sıkıntılı olunca vasatlık iş yapıyor.

Hadi biraz da havanda su dövelim. İşe yaramayacak olsa da, altını çizerek ifade edelim. Böyle futbol oynanmaz. Artık modern futbol falan demek istemiyorum. “Futbol” böyle bir şey değil, modernliği geçtim. Altyapıdan itibaren, sektörde tutunma, forma kapma ve meslek edinme telaşıyla yardıran gençlerle başlayan hikaye, profesyonel takımlarda da yine kadroya girme, maç başı parasını alma, tekneyi yürütme dertleri baskın gelen oyuncu mantalitesiyle devam ediyor. Çok koşmanın değerliliği ile ilgili vasat futbol izleyicisinin düştüğü yanılgı, futbolu teknik anlamda yönetenlere ve oynayanlara da sirayet etmiş durumda. Top oynayan ya da oynamaya çalışan bir takıma karşı basmak, sahanın her yerinde mücadele etmek çok matah bir şey sanılıyor. Ama işin aslı bu işleyiş, matah bir şey olmak bir tarafa, tam olarak bir yetersizlik ifadesi. Sürekli koşuyorlar çünkü oynayamıyorlar.

Doğukan Sinik mesela… Deli gibi oradan oraya koşmayı bırakabilse, hocası da altyapıdan çıkışındaki meziyetler ile daha çok ilgilense, gelişimine katkı koysa ve ona öyle bir misyon yüklese oyun da üretebilir, skor da. Ama takımın en genci olarak koşmak basmak en çok onun görevi, böyle bellemiş ya da belletmişler. Bu anlayış böyle oyuncuları köreltir. Örneği çok.

 Aslında aklı çalışan, içinde futbol sevgisi olan oyuncular bu durumdan hoşnut değiller ama ekmek-forma aslanın ağzında. Teknik direktörlük de böyle bir oyuncu topluluğuna müdürlük etme makamından başka bir şey olmuyor birçokları için. İki lafından biri istikrar ve ekonomi olan hocalar, futbola hizmet etme ve stratejiler geliştirme derdinde falan değiller. Çünkü hayat onlara böyle de yeterince güzel. Topu daha fazla kullanan takım kimliğine bürünmek için ne uğraşacak.

Bülent Korkmaz da bu macerasında yalnız değil, Türk futbol çarkının herhangi bir dişlisi sadece. Ona kızdığım falan yok. Mevcut Türk futbolu nasıl işliyorsa, mekanik olarak ona iyi adapte olmuş, elit görünümlü bir dişli o da. Bol yıldızlı ve pahalı takımlar harici bir takımla herhangi bir başarısı olmayan, teknik bilgisi tartışılan ama kariyer yönetimi konusunda uzman, futbolumuzun imparatoru Fatih Terim’in ekolünden yetişmiş olması da aslında açılıyor her şeyi. Fredy stilinde bir oyuncudan orta sahada faydalanmak, seri ve ince paslarla alanlar açmak, sürekli hareket halinde bir ikinci ve üçüncü bölge falan… Uzatmayacağım. Diego atsın öne, öndekiler de çözsün düğümü, o kadar transfer yapıldı değil mi? Futbolcuların keyfine bağlı yani bütün umutlar. Bir nevi mahkumiyet yani. Kime? Kimi zaman savaşçı oyuncu kimliği ile ekmek yiyen ve tabiri caiz ise papazlaşmış, bireysel performansı sürekli öne çıkarılan, tribünlerin gözbebeği denilen, kimi zaman kimin ne para kazandığı dahil her konuya maydanoz olan, kadroya karışan ve aslında kendine çalışan futbolculara.

Neyse, dönelim Antalyaspor’un güncel macerasına. Denizlispor maçında Antalyaspor, genç yetenek Paul Mukairu’yu kullanamamıştı. İlk hafta deplasman maçı olması nedeniyle hızlı çıkışlarda, alan boşaltan arkadaşları da olunca rakibi tehdit eden çıkışlar yaptı Paul. Bir de senaryosu kuvvetliydi, rolü çoktu deplasman maçı olduğu için. İkinci maçta ise boş alan bulamadı, iyi son paslar alamadı, bir iki kez topla buluştu onları da olumlu kullandı ama rolü azdı. Baskın abiler iç sahada az kenara çekil dediler, sahne bizim. Ama Konyaspor maçında yine sahne aldı genç Paul ve 1 puanı getirdi. Daha önce de yazdığım meziyetini kullandı attığı golde, topu alışı ve rakibine kendini bozdurmadan vücudunu kullanma becerisi bu çocuğun en temel özelliği. Santrfor olduğu içim şanslı aslında, Doğukan’a yaptırdıkları gibi hamallık yaptıramıyorlar mevkisi gereği.

Önümüzde Kayserispor maçı var. Yenilerin takıma adaptasyonu ile iç saha puanları da almaya başlayacak Antalyaspor. Öngörülen bu en azından. Olur mu? Gayet mümkün. Bülent Korkmaz’ın Konyaspor maçı sonrası demecinde söylediği de bu. Daha çok hücum aksiyonu olacak bundan sonra diyor. Çalışarak, alternatif organizasyonlar deneyerek olacak bir şeyden bahsetmiyor bence. Sakatlıktan çıkan Amilton ve Aatıf hiç hazır değillerdi milli maç arasına kadar, Gelson ve yeni transfer Leshcuk da bir süre alışma dönemi geçirecekler. Form ve uyum seviyeleri muhtemel ki yükselecek, hoca da buna bel bağlamış durumda. E vakit de var daha, sezon Temmuz’da açıldı şunun şurası, ilk on hafta hazırlık döneminden sayılır oldu zaten.  İlk haftaların puan kayıplarının maddi zararını, gecikmiş ve daha ekonomik hale gelmiş transferlerle fitledik nasılsa, bundan sonrası da Antalyalı tabiriyle olur olur gider.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.