Kafa konforunu bozmak

GÜNDEM 09.08.2021 - 13:02, Güncelleme: 09.08.2021 - 13:02
 

Kafa konforunu bozmak

Ali Şeriati’nin en sevdiğim sözüdür; “sizi rahatsız etmeye geldim”.

Kafa konforunu sağlama almış insanların, yeryüzünün iyi ve güzel bir yer olması için vereceği herhangi bir mücadele yoktur. Ezberleri kuvvetli insanların, duymak istediği şeyleri söyleyen kaynaklardan beslenen insanların elbette kafaları gayet konforlu olacaktır. Farklı görüşleri kötü olarak görmek, vatan haini/terör sevici/zillet olarak nitelemek, dışardan gelen seslere, diğer düşüncelere kulak vermemek, kafa konforunu daim kılmanın bir gereğidir. Hayat felsefesi çok basittir; görme, duyma, kurcalama! Elimde Frank Griffel’in “İslam’ı Düşünmek” isimli kitabı var şu sıralar. Hacmi küçük ama içeriği oldukça kallavi bir eser. Griffel, çağdaş İslam düşüncesi ve batıdaki İslam algısı üzerine Yale Üniversitesi’nde çalışmalar yapıyor. Çalışmalarını daha çok felsefe üzerinde yoğunlaştıran Griffel’in, felsefe üzerinden Doğu-Batı sentezleri dikkat celbediyor. Söz konusu eserden konumuz ile alakalı bir bölümü özet olarak bu yazıya taşımak istiyorum. Doğu medeniyeti, temel hareket noktasını İslam’dan almıştır. İslam dini kısa bir süre içerisinde hemen hemen bugün Fas’tan Endonezya’ya kadar doğu olarak nitelenen coğrafyaya hâkim olmuş, çoğu bölge toplumunu direkt olarak etkisi altına almıştır. Özellikle Abbasiler döneminde Antik Yunan’dan ve Eski Roma’dan devşirilip geliştirilen felsefe ile birlikte medeniyetin bilimsel yönden de kökleri sağlamlaştırılmış, ilmi alanda gerçekleşen gelişme ile devasa bir literatür oluşmuştur. Bilirsiniz Moğollar Bağdat kütüphanesini talan ettiklerinde Dicle Nehri’ne attıkları kitapların mürekkebi yüzünden nehrin 10 gün mavi aktığı rivayet edilir. Yine Endülüs’teki Kurtuba Kütüphanesi Ortaçağ’daki en büyük kütüphane olarak kayıtlara geçmiş durumdadır. Bu yazıda pasajdaki konuyu tartışmak istiyorum. İslam dinini merkeze koyarak gelişen doğu medeniyetine ne oldu da yeryüzünün en büyük kütüphanelerine, en ünlü ilim adamlarına sahipken ve dahası kendi ilim adamları olan İbn’i Sina gibi İbn’i Rüşd gibi felsefecilerini batıya kaptırıp, birkaç yüzyıl sonra onların gerisine düştü, onlar tarafından aleni olarak sömürüye maruz kaldı? Bunun zor bir soru olduğunun farkındayım. Üzerinde çokça okunulması, düşünülmesi gereken bir soru bu. Merhum Necmettin Erbakan’ın 70’lerde “İslam ve İlim” konulu bir dizi konferans serisi var, daha sonra bu konferanslar kitaplaştırıldı. İslam dünyasından yetişme ilim adamlarının bilime katkılarının anlatıldığı kitabı da önemli bulduğumu ifade etmek isterim. Erbakan’ın temel tespiti şu: “Batı medeniyeti, sahip olduğu ilmi biz müslümanlardan aldı (hatta o buna çaldı der) ve bu ilmi sömürü sisteminin kurulmasında kullandı. Şimdi de yeryüzünü ifsat ediyor, ekini ve nesli bozuyor. Bu duruma karşı müslümanların yeniden toparlanması, ilmi çalışmalar ile ağır sanayi hamleleri ile batının sömürü sistemine karşı koyması gerekir.” Erbakan söylediklerinde haklıdır. Müslüman alimlerin fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik ve geometri alanında yaptıkları çalışmalar ve buluşlar takdire şayandır. Anlatılanlarla çokça gurur duymuşluğumuz vardır belki ama bu durum yukarıdaki soruya bir cevap değildir. Bizi asıl ilgilendiren şey ise müslüman dünyanın ilim ve fende bu kadar ilerideyken, nasıl sömürülmeye bu denli müsait hale gelmiş olmasıdır? Bu soruya cevap bulamadığımız sürece bugünkü sömürü düzenini de, ondan kurtulma yollarını da bulabileceğimizi sanmıyorum. Bağdat’a ve Kurtuba’ya dönemin en büyük kütüphanelerinin kurulması dini motivasyonla gerçekleşmişse (ki öyledir), aynı dinin müntesibi olan aydın ve siyasetçiler bugün batı karşısında en çok ihtiyacımız olan şeyin ilim/fen olduğu gerçeği gün gibi ortada iken, sömürü sisteminin hakkından başka türlü gelmeyeceğimiz ayan beyan ortada iken neden devasa kütüphaneler yerine Ahlat’a, Marmaris’e, Kıbrıs’a ihtişamlı saray kuruyorlar, kurulmasına razı geliyorlar ve neden bununla gurur duyuyorlar? Yine aynı insanlar, karşı karşıya kaldığımız yangınlar için, en önemli değerlerimizden olan ormanlarımız gözümüzün önünde kül olurken ve bu afeti önlemek için sadece birkaç kiralık uçağımız var olduğu bilinip dururken, neden bir makama ait bilmem kaç tane özel uçağa ses çıkartmıyorlar? Bir tarafta hemen her gün birkaç yolsuzluk/hırsızlık ifşa olurken, niçin yangınzedelere destek mahiyetinde kredi paketleri seçenek olarak sunuluyor ve neden kimse bu duruma ses çıkartmıyor? Bu aydın ve siyasetçiler ağızlarında yedi düvelle mücadele ettikleri lafları hiç düşmezken, “bunlar bizi sömürge yapmak istiyorlar” cümlelerini birbiri ardına kurmaktan çekinmezlerken, sömürü sistemi ve onun sahipleri ile böyle mi mücadele etmeyi düşünüyorlar? Baştaki soruya ışık tutacak asıl soru şudur: Değişen din midir? Yoksa bu dine tabi olanlar mı? Ya da dini kendi kafa konforlarına göre anlayan, yorumlayanlar ve buna göre yaşantı uyduranlar mıdır? Ortada uydurulan bir din mi vardır? Sahih dine karşı başka din/dinler mi türemiştir? Sorulara verdiğimiz cevaplar bizi şu sonuca götürüyor; bir yerlerde mutlaka arıza var. Yazının başında alıntısını yaptığımız Ali Şeriati’nin hayatı tüm bu sorulara cevap aramakla, bunun üzerinde tonlarca kitap yazmakla geçti. Geçenlerde Şeriati okumaları yapılması noktasında facebook’a bir post yazmıştım. Altında hem şahsıma, hem Şeriati’ye yönelik onlarca aleyhte yorum oldu. Çoğusu yazarın bir kitabını dahi okumuş olmayan insanlardan gelen mezhepçi yorumlardı. Kimin ne söylediğinin pek bir önemi olmuyor maalesef doğu toplumlarında, önemli olan söyleyenin kim olduğu, neci olduğu. Kafalar güzel olunca kimse bu güzelliği bozmak istemiyor anlaşılan. Ama birilerinin de buna dur demesi, insanları düşündürtmesi, bu girdaptan çıkartması lazım değil mi? Son bir soru ile bitirelim bu yazıyı; eğer din kafa konforunu bozmuyorsa, sömürü sistemine ve onun işleticilerine ses çıkartmıyorsa, etliye sütlüye karışmıyorsa, Bağdat ve Kurtuba kütüphanelerini kuranlar neden bu kadar zahmet çektiler?   İyilik ve güzellikle kalın…
Ali Şeriati’nin en sevdiğim sözüdür; “sizi rahatsız etmeye geldim”.

Kafa konforunu sağlama almış insanların, yeryüzünün iyi ve güzel bir yer olması için vereceği herhangi bir mücadele yoktur. Ezberleri kuvvetli insanların, duymak istediği şeyleri söyleyen kaynaklardan beslenen insanların elbette kafaları gayet konforlu olacaktır. Farklı görüşleri kötü olarak görmek, vatan haini/terör sevici/zillet olarak nitelemek, dışardan gelen seslere, diğer düşüncelere kulak vermemek, kafa konforunu daim kılmanın bir gereğidir. Hayat felsefesi çok basittir; görme, duyma, kurcalama!

Elimde Frank Griffel’in “İslam’ı Düşünmek” isimli kitabı var şu sıralar. Hacmi küçük ama içeriği oldukça kallavi bir eser. Griffel, çağdaş İslam düşüncesi ve batıdaki İslam algısı üzerine Yale Üniversitesi’nde çalışmalar yapıyor. Çalışmalarını daha çok felsefe üzerinde yoğunlaştıran Griffel’in, felsefe üzerinden Doğu-Batı sentezleri dikkat celbediyor.

Söz konusu eserden konumuz ile alakalı bir bölümü özet olarak bu yazıya taşımak istiyorum. Doğu medeniyeti, temel hareket noktasını İslam’dan almıştır. İslam dini kısa bir süre içerisinde hemen hemen bugün Fas’tan Endonezya’ya kadar doğu olarak nitelenen coğrafyaya hâkim olmuş, çoğu bölge toplumunu direkt olarak etkisi altına almıştır. Özellikle Abbasiler döneminde Antik Yunan’dan ve Eski Roma’dan devşirilip geliştirilen felsefe ile birlikte medeniyetin bilimsel yönden de kökleri sağlamlaştırılmış, ilmi alanda gerçekleşen gelişme ile devasa bir literatür oluşmuştur. Bilirsiniz Moğollar Bağdat kütüphanesini talan ettiklerinde Dicle Nehri’ne attıkları kitapların mürekkebi yüzünden nehrin 10 gün mavi aktığı rivayet edilir. Yine Endülüs’teki Kurtuba Kütüphanesi Ortaçağ’daki en büyük kütüphane olarak kayıtlara geçmiş durumdadır.

Bu yazıda pasajdaki konuyu tartışmak istiyorum. İslam dinini merkeze koyarak gelişen doğu medeniyetine ne oldu da yeryüzünün en büyük kütüphanelerine, en ünlü ilim adamlarına sahipken ve dahası kendi ilim adamları olan İbn’i Sina gibi İbn’i Rüşd gibi felsefecilerini batıya kaptırıp, birkaç yüzyıl sonra onların gerisine düştü, onlar tarafından aleni olarak sömürüye maruz kaldı? Bunun zor bir soru olduğunun farkındayım. Üzerinde çokça okunulması, düşünülmesi gereken bir soru bu.

Merhum Necmettin Erbakan’ın 70’lerde “İslam ve İlim” konulu bir dizi konferans serisi var, daha sonra bu konferanslar kitaplaştırıldı. İslam dünyasından yetişme ilim adamlarının bilime katkılarının anlatıldığı kitabı da önemli bulduğumu ifade etmek isterim. Erbakan’ın temel tespiti şu: “Batı medeniyeti, sahip olduğu ilmi biz müslümanlardan aldı (hatta o buna çaldı der) ve bu ilmi sömürü sisteminin kurulmasında kullandı. Şimdi de yeryüzünü ifsat ediyor, ekini ve nesli bozuyor. Bu duruma karşı müslümanların yeniden toparlanması, ilmi çalışmalar ile ağır sanayi hamleleri ile batının sömürü sistemine karşı koyması gerekir.”

Erbakan söylediklerinde haklıdır. Müslüman alimlerin fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik ve geometri alanında yaptıkları çalışmalar ve buluşlar takdire şayandır. Anlatılanlarla çokça gurur duymuşluğumuz vardır belki ama bu durum yukarıdaki soruya bir cevap değildir. Bizi asıl ilgilendiren şey ise müslüman dünyanın ilim ve fende bu kadar ilerideyken, nasıl sömürülmeye bu denli müsait hale gelmiş olmasıdır? Bu soruya cevap bulamadığımız sürece bugünkü sömürü düzenini de, ondan kurtulma yollarını da bulabileceğimizi sanmıyorum.

Bağdat’a ve Kurtuba’ya dönemin en büyük kütüphanelerinin kurulması dini motivasyonla gerçekleşmişse (ki öyledir), aynı dinin müntesibi olan aydın ve siyasetçiler bugün batı karşısında en çok ihtiyacımız olan şeyin ilim/fen olduğu gerçeği gün gibi ortada iken, sömürü sisteminin hakkından başka türlü gelmeyeceğimiz ayan beyan ortada iken neden devasa kütüphaneler yerine Ahlat’a, Marmaris’e, Kıbrıs’a ihtişamlı saray kuruyorlar, kurulmasına razı geliyorlar ve neden bununla gurur duyuyorlar? Yine aynı insanlar, karşı karşıya kaldığımız yangınlar için, en önemli değerlerimizden olan ormanlarımız gözümüzün önünde kül olurken ve bu afeti önlemek için sadece birkaç kiralık uçağımız var olduğu bilinip dururken, neden bir makama ait bilmem kaç tane özel uçağa ses çıkartmıyorlar? Bir tarafta hemen her gün birkaç yolsuzluk/hırsızlık ifşa olurken, niçin yangınzedelere destek mahiyetinde kredi paketleri seçenek olarak sunuluyor ve neden kimse bu duruma ses çıkartmıyor? Bu aydın ve siyasetçiler ağızlarında yedi düvelle mücadele ettikleri lafları hiç düşmezken, “bunlar bizi sömürge yapmak istiyorlar” cümlelerini birbiri ardına kurmaktan çekinmezlerken, sömürü sistemi ve onun sahipleri ile böyle mi mücadele etmeyi düşünüyorlar?

Baştaki soruya ışık tutacak asıl soru şudur: Değişen din midir? Yoksa bu dine tabi olanlar mı? Ya da dini kendi kafa konforlarına göre anlayan, yorumlayanlar ve buna göre yaşantı uyduranlar mıdır? Ortada uydurulan bir din mi vardır? Sahih dine karşı başka din/dinler mi türemiştir?

Sorulara verdiğimiz cevaplar bizi şu sonuca götürüyor; bir yerlerde mutlaka arıza var. Yazının başında alıntısını yaptığımız Ali Şeriati’nin hayatı tüm bu sorulara cevap aramakla, bunun üzerinde tonlarca kitap yazmakla geçti. Geçenlerde Şeriati okumaları yapılması noktasında facebook’a bir post yazmıştım. Altında hem şahsıma, hem Şeriati’ye yönelik onlarca aleyhte yorum oldu. Çoğusu yazarın bir kitabını dahi okumuş olmayan insanlardan gelen mezhepçi yorumlardı. Kimin ne söylediğinin pek bir önemi olmuyor maalesef doğu toplumlarında, önemli olan söyleyenin kim olduğu, neci olduğu. Kafalar güzel olunca kimse bu güzelliği bozmak istemiyor anlaşılan. Ama birilerinin de buna dur demesi, insanları düşündürtmesi, bu girdaptan çıkartması lazım değil mi?

Son bir soru ile bitirelim bu yazıyı; eğer din kafa konforunu bozmuyorsa, sömürü sistemine ve onun işleticilerine ses çıkartmıyorsa, etliye sütlüye karışmıyorsa, Bağdat ve Kurtuba kütüphanelerini kuranlar neden bu kadar zahmet çektiler?

 

İyilik ve güzellikle kalın…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.