Saadet Partisi'nin gündemi ekonomi

SİYASET 23.08.2023 - 16:23, Güncelleme: 23.08.2023 - 16:23
 

Saadet Partisi'nin gündemi ekonomi

Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Ramazan Düzen, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Düzen, “Ülkemizde ve Antalya’da değişmeyen bir gündem var. 7’den 77’ye herkes için öncelikli ve önemli, sosyal hayattan kültürel hayata, iç siyasetten uluslararası ilişkilere kadar hayatın her alanını etkileyen bir gündemi ekonomidir” dedi

haberimizvar.net-  Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Ramazan Düzen, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Gündemdeki son gelişmeleri değerlendiren Düzen, Ülkemizde ve Antalya’mızda değişmeyen bir gündem var. 7’den 77’ye herkes için öncelikli ve önemli, sosyal hayattan kültürel hayata, iç siyasetten uluslararası ilişkilere kadar hayatın her alanını etkileyen bir gündemi ekonomi olduğunu açıklayarak; “Her nedense dizginlenemeyen veya dizginlenmesi istenmeyen enflasyon; sürekli artan hayat pahalılığı; sonuç, birbiri ardına gelen zamlar… Durum böyle olunca; çarşıda-pazarda, evlerde, iş yerlerinde insanımızın sürekli olarak konuştuğu konular işte bu hayat pahalılığının ötesine bir türlü geçemiyor. Geçim derdine düşen vatandaş, başka hangi konuları konuşsun ki…  İktidar da, muhtemelen ülkenin karşı karşıya bulunduğu halkımızın diğer hayati problemlerinin tartışılmasını engellemek için, insanımızı böyle bir geçim badiresinin içerisine bilinçli şekilde sürüklemiş gibi görünmektedir” dedi. Bu yıl üniversite tercihlerinde başarı sıralamaları kadar ekonomi de belirleyici olduğunu ifade eden Düzen, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Üniversite tercih sonuçları açıklandı. Öncelikle, hayatı boyunca kendisine yön verecek üniversite öğrenimine bu sene merhaba diyecek, geleceğimizin teminatı gençlerimize başarılar diliyorum. Her konuda olduğu gibi, bu alanda da ekonomik durum, fiyat hareketliliği, kısaca geçim zorluğu etkili oluyor. Özellikle gelir düzeyi düşük bölgelerde yaşayan gençler, ne kadar zeki ve başarılı olurlarsa olsunlar, büyük şehirlerdeki üniversiteleri tercihte zorlanmaktadır. Çünkü, bilmektedirler ki, yapacakları böyle bir tercih, bugünkü şartlarda, beraberinde yurt bulma problemini getirecektir. Bulabilse dahi, ücretlerini ödemede, ulaşımda, yeme – içme masraflarını karşılamada ailesinin takat getiremeyeceği ağır mali problemlerle karşılaşacaktır. Zaten, Sn. C. Başkanının “Dershane problemini Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” söylemine rağmen, daha önce ağır maliyetli dershane problemiyle karşılaşan gençlerimiz, bu büyük şehirlerde hayatlarını nasıl idame ettirebilecek, öğrenimlerini nasıl sürdürebilecekler ki? Bu durum, genelde Anadolu insanının ekonomik, sosyal, kültürel hayatında kısır bir döngüye yol açacaktır; gelişmeye yönelik dönüşümleri imkansız hale getirecektir. Parlak, başarılı gençlerin önlerini kapatacak, beyin israfına neden olabilecektir.  İktidara ve ekonomi yönetimine özellikle şu hatırlatmada bulunmak gerekiyor: Ekonomi yönetiminin, dolayısıyla siyasal iktidarın alacağı her bir karar, yapacağı her bir tercih geleceğimizin umudu gençlerimizin ömür boyu hayatlarında bu kadar belirleyici olabilmektedir. Siyasetin ve ülke yönetmenin sorumluluğu işte bu kadar ağırdır. Masa başında alınacak yanlış kararlar; Herhangi bir yerde  yıllarca dirsek çürütmüş, göz nuru dökmüş, Antalya, Ankara, İstanbul veya İzmir üniversitelerinde istediği bölümü kazanmış bir gencimizin ve ailesinin hayatını böylesine doğrudan etkileyebilmektedir. Hayalini kurduğu üniversiteye girememesine, hayat boyu bir umut kırıklığı yaşamasına neden olabilmektedir.”   Çıkar uğruna bu sorumluluklar karşısında duyarsız kalmak reva mıdır? diyen Düzen, açıklamasını şöyle devam ettirdi: “İktidarların kaynaklarımızı çarçur eden yanlış yatırım anlayışları; gençlerimizin işsiz kalmasına, ailelerin huzurunun bozulmasına, ülke kalkınmasının önüne ket vurulmasına neden olabilmektedir. Bir iktidar uğruna, bir çıkar uğruna bu sorumluluklar karşısında duyarsız kalmak reva mıdır? Doğru mudur? Sadece eğitim alanındaki bu umarsız politikalar değil, bitmeyen tükenmeyen beton, asfalt, gökdelen sevdası, yani bir türlü evet dizginlenemeyen rant hırsı; çiftçimizin, besicimizin, üreticimizin alın terinin karşılığını alamamasına, bu nedenle toprağını, köyünü terk etmesine neden olmaktadır. Söz gelimi: Hükümet, geçen sene 5 lira 75 kuruştan satın aldığı mısır için 6 lira fiyat biçmiştir. Maliyetlerin, dolayısıyla enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir dönemde bu fiyat mısır üreticisi için reva mıdır? Herkes biliyor ki, TMO buğday ödemelerini geciktirmektedir. Yüksek maliyetler üstüne, bir de ödemedeki gecikme maliyetleri hangi hakla çiftçiye yüklenmektedir? Yanlış ekonomi politikalarının yansıması olarak esnafımızın, ticaret erbabımızın belini büken karşılıksız çekler büyük oranda artmış bulunmaktadır. Bunun zaman içinde meydana getireceği komplikasyonları hükümetin hesap etmesi gerekmiyor mu? İktidar adına kürsülerde, ekranlarda konuşan sözüm ona bir kısım basın mensubu ve kariyer sahibi kişilerin söz ve tavırları maalesef gençlerimizin din ve ahlak anlayışını olumsuz etkilemektedir, milli ve manevi değerlerimizi pörsütmektedir. Uygulanan dış politikada, iktidarın görsel ve yazılı basındaki temsilcilerinin ABD ve Rusya arasındaki gelgitleri, halkımızın, ülkemizin ve coğrafyamızın huzur, esenlik ve güvenliğini derinden sarsmaktadır. Atılan her bir adım, atılan her bir imza, milyonlarca insanımızın hayatını işte böyle doğrudan etkilemektedir. Peki, iktidar ve yönetim omuzlarına aldıkları bu ağır sorumluluğun farkında mıdır? Buna olumlu  cevap vermeyi herkes arzu ederdi, ancak maalesef bu mümkün değil. Böyle bir sorumluluğun farkında olsalardı, milyonlarca emekli “7 bin 500 lira maaşla geçinebilir” diye akıl almaz bir anlayışa sahip olmazlardı! Yine böyle bir sorumluluğun farkında olsalardı, 2-3 ay emeklilerimizi oyalayıp, sonra da şimdi “işin farkındayız”,  “bunu düzelteceğiz”, “bu hoş olmamış” söylemleriyle 2024 yılını işaret edip yaşlı, güçsüz, çalışma gücünü yitirmiş geniş bir emekli kesimin sefaletinden “mahalli seçimlerde oy devşirme” gayreti içinde olmazlardı!”   Düzen, Emeklilerini 7 bin 500 liraya mahkum etmek devletimize, ülkemize yakışıyor mu? diye İktidarı eleştirdi. Düzen, açıklamasını  şu ifadelerle noktaladı: “İktidarın bu tavrı ciddiyetten, samimiyetten, insaftan oldukça uzak bir tavırdır. İktidar bu durumu düzeltene kadar, yüzbinlerce insan ne acılar çekecek; ailesine, evladına, torununa küçük bir hediye bile alamamanın ne hazin duygularını yaşayacaktır, bunlar biliniyor mu? Temmuz ayında iktidarın, ekonomi yönetiminin aklı neredeydi? Sonra, neden hala beklenmektedir? En önemlisi, hatayı, haksızlığı, zulmü en kısa zamanda düzeltmek varken, beklenen şey nedir?    Tüm ısrarlara rağmen TBMM’nin devreye girmesi için neden 1 Ekim beklenmektedir? 1 Ekim’de devlet bütçesine sürpriz bir para gelecek de o mu beklenmektedir? Hani “Alın teri kurumadan emeğin hakkını verin.” ilkesi? Sevgili Peygamberimiz (sav) böyle buyurmuyor mu? İktidara destek veren muhafazakar ve dindar kesim bu konularda neden sessiz kalmayı tercih ediyor? Bu bir hak değil midir? Yüz binlerce emeklimizin yıllarca döktüğü alın terinin karşılığını vermek için hem de oy amacıyla aylarca bekletmek de neyin nesidir? Cumhuriyetimizin 100. yılında, iktidarın o çok sevdiği sloganla, “Türkiye Yüzyılı”nda; emeklilerini 7 bin 500 lirayla yaşamaya mahkum eden bu politika, bu sessizlik, duymazlıktan gelmek  devletimize, ülkemize yakışıyor mu Allah aşkına? Yine soruyorum, vatandaşlarımızın %90’ından fazlasını yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya mahkum etmek gerçekten yakışıyor mu? Gençlerini işsizliğe, emeklilerini ve çalışanlarını yoksulluğa, esnafını, çiftçisini borca mahkum etmek doğru bir şey mi? Tarımda her geçen gün daha çok dışa bağımlı hale gelmek, binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip ülkemize yakışıyor mu? Eğitimde ve sağlıkta gün be gün kalite kaybı yaşamak, umutsuzluk içine sürüklenmek  “Türkiye Yüzyılı” söylemleriyle çelişmiyor mu, Allah aşkına? “İtibardan tasarruf olmaz.” anlayışını benimseyen bir iktidarın, vatandaşlarının “İnsanca Yaşam” standartlarından tasarruf etmeye çalışması, böylece vatandaşının itibarını düşünmemesi, hatta düşürmesi büyük bir çelişki değil midir? Bütün bu belirttiğimiz hususlar “Hikmet-i Hükümet” ile bağdaşır mı? Hayat pahalılığına, fahiş fiyat uygulayanların sebep olduğunu iddia eden bir iktidar, yine kendisinin vergi ve harçlarda fahiş artışlara gitmesi hangi mantıkla nasıl açıklanabilir ki? İktidar, bir yandan millete kemer sıktırırken; diğer yandan kendisi kemer gevşetmeye devam ediyor. Çünkü, obez hale gelmiş bir insan gibi, iktidar da obezleşince başka türlü olmayacağını  herkes bilir. İktidarın ahlak anlayışı, bilgisi ve söylemleri ile tutum ve davranışları arasında bir uyumsuzluk vardır. Sanki farklı merkezlerden komut alan iki organ arasındaki uyuşmazlık gibi. Adeta, şartlara göre oldukça akışkan ve sürekli değişken, istem dışı bir ahlak ve adalet anlayışını sergiliyorlar. Dost ve düşman tanımlarını her seçim öncesi güncelliyorlar. Söylenen söze değil, söyleyene göre tavır alıyorlar. Doğruyu değil, kendilerine yarayanı söyleyenleri muteber kabul ediyorlar. Bataklıkla mücadele etmiyor; üç beş sivrisinekle mücadeleyi büyük başarı diye takdim ediyorlar. Sözün burasında akıllara ilk gelen konu nedir? Gençlerimizi bataklığa çeken, anne-babaları da perişan eden uyuşturucu illeti! Maalesef son yıllarda bu konu, gençliğimizi tehdit eden en önemli konu haline gelmiştir. Uyuşturucu madde kullanım yaşı lise, hatta ortaokul seviyelerine kadar inmiştir. Artık sadece birkaç muhitte değil, ülkemizin 81 ilinde, her mahalle ve sokakta yaygın hale gelmiş bulunmaktadır. Bu işin şakası yok, ihmale gelecek tarafı da yok! Terörle mücadele hangi ciddiyette ele alınıyorsa; uyuşturucu ile mücadele de bir o kadar ciddi olarak ele alınmalıdır. Artık kaybedecek ne tek bir saniyemiz, ne de tek bir gencimiz kalmamıştır! Adalet, eğitim, ekonomi ve güvenlik politikaları bir bütün olarak ele alınmalı, bu işin bataklığı kurutulmalıdır. Bütüncül bir bakış açısıyla  ele alınmadan, sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir. Öyle 3-5 sokak satıcısını yakalayıp, birkaç ay içerisinde serbest bırakmakla bu iş çözüme kavuşmaz, kavuşturulamaz! Limanlarımıza gelen gemilerde, emniyet güçlerimizce kaç ton uyuşturucu yakalandığına ilişkin henüz kamuoyuna bir bilgi verilmiş değildir. Bu gemilerin sahipleri kimlerdir? Nereden gelmişlerdir? Kimlerle, hangi kesimlerle  irtibatları vardır? Yakalanan bu adamların bırakılması için kimler ricacı olmuştur ve halen olmaktadır? İşte geçtiğimiz günlerde İsrail Dışişleri Bakanı, Sn. Fidan ve Sn. Erdoğan’a teşekkür ediyor. Ne için teşekkür ediyor? Türkiye üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle 10 yıl hapis cezası alan bir İsrailli mahkumu serbest bıraktıkları için! İsrail ile normalleşme adımları, bir uyuşturucu kaçakçısını serbest bırakmaya kadar varmış görünmektedir. İlişkilerin normalleşmesinin gereği olarak….! İlişkilerin normalleşmesi anlayışında, belki de binlerce gencimizin zehirlenmesine sebep olan bir kişinin, rica üzerine, serbest bırakılması da var mıdır? Bunu talep etmek doğru bir şey midir? Bugüne kadar başka hangi ricalar üzerine, kaç uyuşturucu kaçakçısı serbest bırakılmıştır? Siyaset, mafya ve uyuşturucu kelimelerinin, son günlerde sürekli olarak birlikte anılır olmasının sebebi yoksa bu ricaların hiç geri çevrilemeyişi midir?  Bankaya para yatırdığı için, çocuğunu bir dershaneye gönderdiği için yüzlerce insanı 6-7 yıldır cezaevinde tutanlar, işinden edenler, irtibat ve iltisak gibi kavramlarla binlerce insana terörist damgası vuranlar, uyuşturucu tacirleri ile irtibat ve iltisakları olanlara hangi yaptırımları uyguladılar? Gençlerimiz göz göre göre elimizden kayıp giderken, bugüne kadar hangi ciddi tedbirler alınmıştır? Gençlerimiz nasıl oldu da bu kadar kolay bir şekilde bu illete ulaşır hale getirildi, ya da getirilmesine müsaade edildi? İşte her kademedeki okullar açılacak; okul önlerinde evlatlarımıza bu zehirleri satanlara karşı, aslında bu zehirleri binlerce kilometre öteden ülkemize getirenlere karşı, hangi somut adımlar atılacak, ne tür tedbirler alınacak, hep birlikte bakacak  ve göreceğiz. Saadet Partisi olarak bu problemlerin ve tüm bu sorunların her zaman olduğu gibi ciddi takipçisi olacağız. Tek bir evladımızın dahi, böylesi bir bataklığa sürüklenmemesi için elimizden gelen tüm gayretleri ortaya koyacağız, bu konuda iktidarı sürekli olarak uyaracağız. Bu konunun, okul koridorlarından adliye koridorlarına, ekonomi politikalarından güvenlik politikalarına, sosyal politikalardan kültürel politikalara kadar kendi bütüncül yapısı içinde ele alınması gerekir. Ahlaki ve manevi değerlerimizin ihmal edilmemesi, uyuşturucu ile mücadelenin bir başka önemli adımıdır. Cadde ve sokaklarımızın güvenliğini, il ve ilçelerimizin huzurunu, gençlerimizin sağlığını korumanın yolu buralardan geçmektedir. En önemlisi, gelir dağılımında adaletin sağlanması etkin bir mücadele açısından son derece önemlidir. Toplumun temel direği olan aileyi korumak ancak böyle mümkündür. Öncelik koruyucu hekimlik metotları olmalı; bu zehir gençlerimizin vücuduna girmeden önce, alınması gereken tüm tedbirler alınmalıdır. Her ne kadar birileri sürekli olarak gündemi değiştirmeye, gerçek gündemleri perdelemeye, kamufle etmeye çabalasa da; bizler ülkemizin gerçek problemlerine odaklanmaya devam edeceğiz. Milletimiz, seçimlerde yaşanan kayıkçı kavgasının farkına varmıştır. Ne bizim, ne de milletimizin kayıkçı kavgalarıyla kaybedecek zamanı kalmamıştır. Biz tüm kadrolarımızla bir yandan Yerel Seçim çalışmalarımıza odaklanacak, diğer taraftan vatandaşlarımızın sorunlarının çözüm yollarına mesai harcayacağız. Çünkü biliyoruz ki; Milli Görüş politikalarına dönülmedikçe ülkemizin feraha çıkması ve refaha kavuşması mümkün değildir!”    
Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Ramazan Düzen, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Düzen, “Ülkemizde ve Antalya’da değişmeyen bir gündem var. 7’den 77’ye herkes için öncelikli ve önemli, sosyal hayattan kültürel hayata, iç siyasetten uluslararası ilişkilere kadar hayatın her alanını etkileyen bir gündemi ekonomidir” dedi

haberimizvar.net- 

Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Ramazan Düzen, gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Gündemdeki son gelişmeleri değerlendiren Düzen, Ülkemizde ve Antalya’mızda değişmeyen bir gündem var. 7’den 77’ye herkes için öncelikli ve önemli, sosyal hayattan kültürel hayata, iç siyasetten uluslararası ilişkilere kadar hayatın her alanını etkileyen bir gündemi ekonomi olduğunu açıklayarak; “Her nedense dizginlenemeyen veya dizginlenmesi istenmeyen enflasyon; sürekli artan hayat pahalılığı; sonuç, birbiri ardına gelen zamlar…

Durum böyle olunca; çarşıda-pazarda, evlerde, iş yerlerinde insanımızın sürekli olarak konuştuğu konular işte bu hayat pahalılığının ötesine bir türlü geçemiyor. Geçim derdine düşen vatandaş, başka hangi konuları konuşsun ki…  İktidar da, muhtemelen ülkenin karşı karşıya bulunduğu halkımızın diğer hayati problemlerinin tartışılmasını engellemek için, insanımızı böyle bir geçim badiresinin içerisine bilinçli şekilde sürüklemiş gibi görünmektedir” dedi.

Bu yıl üniversite tercihlerinde başarı sıralamaları kadar ekonomi de belirleyici olduğunu ifade eden Düzen, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Üniversite tercih sonuçları açıklandı. Öncelikle, hayatı boyunca kendisine yön verecek üniversite öğrenimine bu sene merhaba diyecek, geleceğimizin teminatı gençlerimize başarılar diliyorum.

Her konuda olduğu gibi, bu alanda da ekonomik durum, fiyat hareketliliği, kısaca geçim zorluğu etkili oluyor. Özellikle gelir düzeyi düşük bölgelerde yaşayan gençler, ne kadar zeki ve başarılı olurlarsa olsunlar, büyük şehirlerdeki üniversiteleri tercihte zorlanmaktadır.

Çünkü, bilmektedirler ki, yapacakları böyle bir tercih, bugünkü şartlarda, beraberinde yurt bulma problemini getirecektir. Bulabilse dahi, ücretlerini ödemede, ulaşımda, yeme – içme masraflarını karşılamada ailesinin takat getiremeyeceği ağır mali problemlerle karşılaşacaktır. Zaten, Sn. C. Başkanının “Dershane problemini Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” söylemine rağmen, daha önce ağır maliyetli dershane problemiyle karşılaşan gençlerimiz, bu büyük şehirlerde hayatlarını nasıl idame ettirebilecek, öğrenimlerini nasıl sürdürebilecekler ki?

Bu durum, genelde Anadolu insanının ekonomik, sosyal, kültürel hayatında kısır bir döngüye yol açacaktır; gelişmeye yönelik dönüşümleri imkansız hale getirecektir. Parlak, başarılı gençlerin önlerini kapatacak, beyin israfına neden olabilecektir.  İktidara ve ekonomi yönetimine özellikle şu hatırlatmada bulunmak gerekiyor: Ekonomi yönetiminin, dolayısıyla siyasal iktidarın alacağı her bir karar, yapacağı her bir tercih geleceğimizin umudu gençlerimizin ömür boyu hayatlarında bu kadar belirleyici olabilmektedir. Siyasetin ve ülke yönetmenin sorumluluğu işte bu kadar ağırdır.

Masa başında alınacak yanlış kararlar; Herhangi bir yerde  yıllarca dirsek çürütmüş, göz nuru dökmüş, Antalya, Ankara, İstanbul veya İzmir üniversitelerinde istediği bölümü kazanmış bir gencimizin ve ailesinin hayatını böylesine doğrudan etkileyebilmektedir. Hayalini kurduğu üniversiteye girememesine, hayat boyu bir umut kırıklığı yaşamasına neden olabilmektedir.”

 

Çıkar uğruna bu sorumluluklar karşısında duyarsız kalmak reva mıdır? diyen Düzen, açıklamasını şöyle devam ettirdi: “İktidarların kaynaklarımızı çarçur eden yanlış yatırım anlayışları; gençlerimizin işsiz kalmasına, ailelerin huzurunun bozulmasına, ülke kalkınmasının önüne ket vurulmasına neden olabilmektedir. Bir iktidar uğruna, bir çıkar uğruna bu sorumluluklar karşısında duyarsız kalmak reva mıdır? Doğru mudur?

Sadece eğitim alanındaki bu umarsız politikalar değil, bitmeyen tükenmeyen beton, asfalt, gökdelen sevdası, yani bir türlü evet dizginlenemeyen rant hırsı; çiftçimizin, besicimizin, üreticimizin alın terinin karşılığını alamamasına, bu nedenle toprağını, köyünü terk etmesine neden olmaktadır.

Söz gelimi: Hükümet, geçen sene 5 lira 75 kuruştan satın aldığı mısır için 6 lira fiyat biçmiştir. Maliyetlerin, dolayısıyla enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir dönemde bu fiyat mısır üreticisi için reva mıdır? Herkes biliyor ki, TMO buğday ödemelerini geciktirmektedir. Yüksek maliyetler üstüne, bir de ödemedeki gecikme maliyetleri hangi hakla çiftçiye yüklenmektedir?

Yanlış ekonomi politikalarının yansıması olarak esnafımızın, ticaret erbabımızın belini büken karşılıksız çekler büyük oranda artmış bulunmaktadır. Bunun zaman içinde meydana getireceği komplikasyonları hükümetin hesap etmesi gerekmiyor mu?

İktidar adına kürsülerde, ekranlarda konuşan sözüm ona bir kısım basın mensubu ve kariyer sahibi kişilerin söz ve tavırları maalesef gençlerimizin din ve ahlak anlayışını olumsuz etkilemektedir, milli ve manevi değerlerimizi pörsütmektedir.

Uygulanan dış politikada, iktidarın görsel ve yazılı basındaki temsilcilerinin ABD ve Rusya arasındaki gelgitleri, halkımızın, ülkemizin ve coğrafyamızın huzur, esenlik ve güvenliğini derinden sarsmaktadır.

Atılan her bir adım, atılan her bir imza, milyonlarca insanımızın hayatını işte böyle doğrudan etkilemektedir.

Peki, iktidar ve yönetim omuzlarına aldıkları bu ağır sorumluluğun farkında mıdır? Buna olumlu  cevap vermeyi herkes arzu ederdi, ancak maalesef bu mümkün değil.

Böyle bir sorumluluğun farkında olsalardı, milyonlarca emekli “7 bin 500 lira maaşla geçinebilir” diye akıl almaz bir anlayışa sahip olmazlardı!

Yine böyle bir sorumluluğun farkında olsalardı, 2-3 ay emeklilerimizi oyalayıp, sonra da şimdi “işin farkındayız”,  “bunu düzelteceğiz”, “bu hoş olmamış” söylemleriyle 2024 yılını işaret edip yaşlı, güçsüz, çalışma gücünü yitirmiş geniş bir emekli kesimin sefaletinden “mahalli seçimlerde oy devşirme” gayreti içinde olmazlardı!”

 

Düzen, Emeklilerini 7 bin 500 liraya mahkum etmek devletimize, ülkemize yakışıyor mu? diye İktidarı eleştirdi. Düzen, açıklamasını  şu ifadelerle noktaladı:

“İktidarın bu tavrı ciddiyetten, samimiyetten, insaftan oldukça uzak bir tavırdır. İktidar bu durumu düzeltene kadar, yüzbinlerce insan ne acılar çekecek; ailesine, evladına, torununa küçük bir hediye bile alamamanın ne hazin duygularını yaşayacaktır, bunlar biliniyor mu?

Temmuz ayında iktidarın, ekonomi yönetiminin aklı neredeydi? Sonra, neden hala beklenmektedir? En önemlisi, hatayı, haksızlığı, zulmü en kısa zamanda düzeltmek varken, beklenen şey nedir?    Tüm ısrarlara rağmen TBMM’nin devreye girmesi için neden 1 Ekim beklenmektedir?

1 Ekim’de devlet bütçesine sürpriz bir para gelecek de o mu beklenmektedir?

Hani “Alın teri kurumadan emeğin hakkını verin.” ilkesi? Sevgili Peygamberimiz (sav) böyle buyurmuyor mu? İktidara destek veren muhafazakar ve dindar kesim bu konularda neden sessiz kalmayı tercih ediyor?

Bu bir hak değil midir? Yüz binlerce emeklimizin yıllarca döktüğü alın terinin karşılığını vermek için hem de oy amacıyla aylarca bekletmek de neyin nesidir?

Cumhuriyetimizin 100. yılında, iktidarın o çok sevdiği sloganla, “Türkiye Yüzyılı”nda; emeklilerini 7 bin 500 lirayla yaşamaya mahkum eden bu politika, bu sessizlik, duymazlıktan gelmek  devletimize, ülkemize yakışıyor mu Allah aşkına?

Yine soruyorum, vatandaşlarımızın %90’ından fazlasını yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya mahkum etmek gerçekten yakışıyor mu?

Gençlerini işsizliğe, emeklilerini ve çalışanlarını yoksulluğa, esnafını, çiftçisini borca mahkum etmek doğru bir şey mi?

Tarımda her geçen gün daha çok dışa bağımlı hale gelmek, binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip ülkemize yakışıyor mu?

Eğitimde ve sağlıkta gün be gün kalite kaybı yaşamak, umutsuzluk içine sürüklenmek  “Türkiye Yüzyılı” söylemleriyle çelişmiyor mu, Allah aşkına?

“İtibardan tasarruf olmaz.” anlayışını benimseyen bir iktidarın, vatandaşlarının “İnsanca Yaşam” standartlarından tasarruf etmeye çalışması, böylece vatandaşının itibarını düşünmemesi, hatta düşürmesi büyük bir çelişki değil midir? Bütün bu belirttiğimiz hususlar “Hikmet-i Hükümet” ile bağdaşır mı?

Hayat pahalılığına, fahiş fiyat uygulayanların sebep olduğunu iddia eden bir iktidar, yine kendisinin vergi ve harçlarda fahiş artışlara gitmesi hangi mantıkla nasıl açıklanabilir ki?

İktidar, bir yandan millete kemer sıktırırken; diğer yandan kendisi kemer gevşetmeye devam ediyor. Çünkü, obez hale gelmiş bir insan gibi, iktidar da obezleşince başka türlü olmayacağını  herkes bilir.

İktidarın ahlak anlayışı, bilgisi ve söylemleri ile tutum ve davranışları arasında bir uyumsuzluk vardır. Sanki farklı merkezlerden komut alan iki organ arasındaki uyuşmazlık gibi.

Adeta, şartlara göre oldukça akışkan ve sürekli değişken, istem dışı bir ahlak ve adalet anlayışını sergiliyorlar.

Dost ve düşman tanımlarını her seçim öncesi güncelliyorlar. Söylenen söze değil, söyleyene göre tavır alıyorlar.

Doğruyu değil, kendilerine yarayanı söyleyenleri muteber kabul ediyorlar.

Bataklıkla mücadele etmiyor; üç beş sivrisinekle mücadeleyi büyük başarı diye takdim ediyorlar.

Sözün burasında akıllara ilk gelen konu nedir? Gençlerimizi bataklığa çeken, anne-babaları da perişan eden uyuşturucu illeti!

Maalesef son yıllarda bu konu, gençliğimizi tehdit eden en önemli konu haline gelmiştir.

Uyuşturucu madde kullanım yaşı lise, hatta ortaokul seviyelerine kadar inmiştir. Artık sadece birkaç muhitte değil, ülkemizin 81 ilinde, her mahalle ve sokakta yaygın hale gelmiş bulunmaktadır.

Bu işin şakası yok, ihmale gelecek tarafı da yok!

Terörle mücadele hangi ciddiyette ele alınıyorsa; uyuşturucu ile mücadele de bir o kadar ciddi olarak ele alınmalıdır.

Artık kaybedecek ne tek bir saniyemiz, ne de tek bir gencimiz kalmamıştır!

Adalet, eğitim, ekonomi ve güvenlik politikaları bir bütün olarak ele alınmalı, bu işin bataklığı kurutulmalıdır. Bütüncül bir bakış açısıyla  ele alınmadan, sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir.

Öyle 3-5 sokak satıcısını yakalayıp, birkaç ay içerisinde serbest bırakmakla bu iş çözüme kavuşmaz, kavuşturulamaz!

Limanlarımıza gelen gemilerde, emniyet güçlerimizce kaç ton uyuşturucu yakalandığına ilişkin henüz kamuoyuna bir bilgi verilmiş değildir.

Bu gemilerin sahipleri kimlerdir? Nereden gelmişlerdir? Kimlerle, hangi kesimlerle  irtibatları vardır? Yakalanan bu adamların bırakılması için kimler ricacı olmuştur ve halen olmaktadır?

İşte geçtiğimiz günlerde İsrail Dışişleri Bakanı, Sn. Fidan ve Sn. Erdoğan’a teşekkür ediyor.

Ne için teşekkür ediyor? Türkiye üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle 10 yıl hapis cezası alan bir İsrailli mahkumu serbest bıraktıkları için!

İsrail ile normalleşme adımları, bir uyuşturucu kaçakçısını serbest bırakmaya kadar varmış görünmektedir. İlişkilerin normalleşmesinin gereği olarak….!

İlişkilerin normalleşmesi anlayışında, belki de binlerce gencimizin zehirlenmesine sebep olan bir kişinin, rica üzerine, serbest bırakılması da var mıdır? Bunu talep etmek doğru bir şey midir?

Bugüne kadar başka hangi ricalar üzerine, kaç uyuşturucu kaçakçısı serbest bırakılmıştır?

Siyaset, mafya ve uyuşturucu kelimelerinin, son günlerde sürekli olarak birlikte anılır olmasının sebebi yoksa bu ricaların hiç geri çevrilemeyişi midir? 

Bankaya para yatırdığı için, çocuğunu bir dershaneye gönderdiği için yüzlerce insanı 6-7 yıldır cezaevinde tutanlar, işinden edenler, irtibat ve iltisak gibi kavramlarla binlerce insana terörist damgası vuranlar, uyuşturucu tacirleri ile irtibat ve iltisakları olanlara hangi yaptırımları uyguladılar?

Gençlerimiz göz göre göre elimizden kayıp giderken, bugüne kadar hangi ciddi tedbirler alınmıştır? Gençlerimiz nasıl oldu da bu kadar kolay bir şekilde bu illete ulaşır hale getirildi, ya da getirilmesine müsaade edildi?

İşte her kademedeki okullar açılacak; okul önlerinde evlatlarımıza bu zehirleri satanlara karşı, aslında bu zehirleri binlerce kilometre öteden ülkemize getirenlere karşı, hangi somut adımlar atılacak, ne tür tedbirler alınacak, hep birlikte bakacak  ve göreceğiz.

Saadet Partisi olarak bu problemlerin ve tüm bu sorunların her zaman olduğu gibi ciddi takipçisi olacağız.

Tek bir evladımızın dahi, böylesi bir bataklığa sürüklenmemesi için elimizden gelen tüm gayretleri ortaya koyacağız, bu konuda iktidarı sürekli olarak uyaracağız.

Bu konunun, okul koridorlarından adliye koridorlarına, ekonomi politikalarından güvenlik politikalarına, sosyal politikalardan kültürel politikalara kadar kendi bütüncül yapısı içinde ele alınması gerekir.

Ahlaki ve manevi değerlerimizin ihmal edilmemesi, uyuşturucu ile mücadelenin bir başka önemli adımıdır.

Cadde ve sokaklarımızın güvenliğini, il ve ilçelerimizin huzurunu, gençlerimizin sağlığını korumanın yolu buralardan geçmektedir. En önemlisi, gelir dağılımında adaletin sağlanması etkin bir mücadele açısından son derece önemlidir.

Toplumun temel direği olan aileyi korumak ancak böyle mümkündür. Öncelik koruyucu hekimlik metotları olmalı; bu zehir gençlerimizin vücuduna girmeden önce, alınması gereken tüm tedbirler alınmalıdır.

Her ne kadar birileri sürekli olarak gündemi değiştirmeye, gerçek gündemleri perdelemeye, kamufle etmeye çabalasa da; bizler ülkemizin gerçek problemlerine odaklanmaya devam edeceğiz. Milletimiz, seçimlerde yaşanan kayıkçı kavgasının farkına varmıştır.

Ne bizim, ne de milletimizin kayıkçı kavgalarıyla kaybedecek zamanı kalmamıştır.

Biz tüm kadrolarımızla bir yandan Yerel Seçim çalışmalarımıza odaklanacak, diğer taraftan vatandaşlarımızın sorunlarının çözüm yollarına mesai harcayacağız.

Çünkü biliyoruz ki; Milli Görüş politikalarına dönülmedikçe ülkemizin feraha çıkması ve refaha kavuşması mümkün değildir!”

 

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.