SADAT Peker

GÜNDEM 30.05.2021 - 20:10, Güncelleme: 30.05.2021 - 20:10
 

SADAT Peker

Bu ülkenin insanları, bu toprağın çocukları hep ‘dış güçler’ gerekçe gösterilerek dövülmüş, öldürülmüş, üstünden silindir gibi geçilmiştir. Yine aynı şeyler ufukta duruyor

İdris Özyol- Bu ülkenin insanları, bu toprağın çocukları hep ‘dış güçler’ gerekçe gösterilerek dövülmüş, öldürülmüş, üstünden silindir gibi geçilmiştir. Yine aynı şeyler ufukta duruyor. Yalılarda, saraylarda, köşklerde, villalarda yaşayan güya en ‘yerli’, güya en ‘milli’, güya en ‘vatansever’ azınlık ceplerimizdeki kanlı ellerini, çocuklarımızın yakasındaki parmaklarını gizlemek için dönüp dolaşıp bize şarlamak derdinde. Yine aynı nakarat, yine aynı demagoji, yine aynı palavralar… Bir onlar akıllı, bir onlar uyanık, bir onlar ayrıcalıklı… Biz ise dış güçlerin, şer odaklarının, karanlık planların, nifak projelerinin, üst aklın oyuncağı olmaya teşne, bu yüzden hep parmak sallanması, silkelenmesi, ensesinde boza pişirilmesi gereken ‘üçüncü mevki yolcuları’… Sarayda yaşayan bizim gecekonduda nasıl yaşamamız gerektiğine karar veriyor. Neye inanacağımıza, neyi seveceğimize, ne içeceğimize, nasıl gezeceğimize, kimle dost, kimle düşman olacağımıza, komşumuzun tavuğuna, oğlumuzun dinleyeceği müziğe karışıyor. Öyle ya bizim kafamız basmaz bunlara… Alimallah ‘dış güçlerin’ arkasına takılır gideriz.     Karanlık şirketin ortakları   Perdeyi hafifçe yana çekip dışarıya baktığımızda bile önümüzden geçen kir ırmakları, masamızın üstünde duran büyük yoksulluk, kapımızı çalan korku, aç uyuyan çocuklar, kendini asan gençler buz gibi gerçek oysaki… Sıfır zeka yarışma programlarından, koftiden şovlardan, hayatımızı dikizleyen, bizi birbirimize rezil eden canlı yayınlardan az biraz sıyrılıp, iki haber izleyelim diye geçtiğimiz kanallarda bağırıp çağıran, gırtlağımıza yapışan, kulağımızı çeken o ses de bir gerçek… Bütün bunların içinde başka bir gerçek daha var. Hatta en gerçeği de o… Sedat Peker onların çocuğu, onların adamı… Aynı şirketin ortakları arasında çıkan kavganın en fazla borçlu hanesindeyiz biz. Bizim ürettiğimiz, bizim yarattığımız, bizim çapaladığımız, bizim suladığımız, bizim bahçemizden, bizim tornamızdan, kaynak makinamızdan, emeğimizden, alın terimizden, kas gücümüzden, göz nurumuzdan çıkan serveti yağmalama masasıdır o masa… Şirket ortakları arasındaki bu kavganın faturası da yine bize çıkacak belli ki… Üstelik ‘vatan haini’, ‘şer’, ‘nifak’, ‘devlet düşmanı’ ilan edilerek ödeyeceğiz bu hesabı…   Bir cinayeti en iyi katil bilir   Sedat Peker cihatçı çetelerin fink attığı Suriye’ye malzeme götürdüğünü söylüyor. Ne olduğu meçhul malzemeyi taşıtan söylüyor bunu. Konvoyunun arkasına başka araçların takıldığını, onların da silah taşıdığını itiraf ediyor. Silahlar SADAT’tan… Yani adıyla soyadıyla bir ‘SADAT Peker’ operasyonu… Kime gitmiş bu ‘malzeme’? Bayırbucak Türkmenlerine gidecek diye yola çıkan bu konvoyun teslim adresi El Nusra… Ben söylemiyorum, işsiz delikanlı, aç uyuyan çocuk, dükkanı kapanan esnaf, tarlası haczedilen çiftçi de söylemiyor. Malzemeyi gönderen, taşıtan söylüyor. Bir katilin cinayeti itiraf etmesi gibi yani… Ne denilecek? “Bu katil zaten, sözüne itibar edilmez” mi? İşlediği cinayeti katil bilmezse, kim bilir?   Çaya, çorbaya ‘milli değer’   Mafya, çete gibi oluşumlar evrensel hukukta ‘halk düşmanı’ olarak adlandırılır. Ülkemizde Sedat Peker gibi onlarcası devletin koltuğunun altında, muktedirlerin kirli işlerini yaparak semirdi, büyüdü, heyula haline geldi. Sokaktaki insana, evindeki bireye, fabrikadaki işçiye, vatandaşa yönelmiş bir tehdittir bu. Birbirlerine attıkları tokadın, kazığın faturası halka çıkar. Halkı söğüşleyenler, kamu kaynaklarını iç edenler bu karanlık serveti kanla bölüşür, şiddetle paylaşırlar. Bunu yaparken de bir ‘halkla ilişkiler’ faaliyeti yürütülür. İşte o faaliyetin mottosu da ‘vatan, millet, Sakarya’dır. Bir baş kuru soğana muhtaç Anadolu’nun yiğit insanı, karnı guruldarken ‘vatan, millet, devlet’ diye susturur iç sesini… ‘Sosyoloji’ diyorlar buna, ‘milli değerler’ diyorlar, ‘milletin diliyle konuşmak’ diyorlar. Oysa dil filan yok, o duyduğunuz ses açlığın gurultusudur. Biz bu kanlı, karanlık, kirli tezgahın, operasyonların hiçbir yerinde değiliz. Her an şakağımıza sıkılmaya hazır bir silahın önünde duruyoruz sadece. Kendi şer ittifakınızdan atılanları, kendi kavganızı bizim mahalleye yamamayın. Ne kadar yıkanırsanız yıkanın üstünüzden bu kan temizlenmez, ama en azından gidip biraz paklanmayı deneyin.
Bu ülkenin insanları, bu toprağın çocukları hep ‘dış güçler’ gerekçe gösterilerek dövülmüş, öldürülmüş, üstünden silindir gibi geçilmiştir. Yine aynı şeyler ufukta duruyor

İdris Özyol- Bu ülkenin insanları, bu toprağın çocukları hep ‘dış güçler’ gerekçe gösterilerek dövülmüş, öldürülmüş, üstünden silindir gibi geçilmiştir. Yine aynı şeyler ufukta duruyor. Yalılarda, saraylarda, köşklerde, villalarda yaşayan güya en ‘yerli’, güya en ‘milli’, güya en ‘vatansever’ azınlık ceplerimizdeki kanlı ellerini, çocuklarımızın yakasındaki parmaklarını gizlemek için dönüp dolaşıp bize şarlamak derdinde. Yine aynı nakarat, yine aynı demagoji, yine aynı palavralar… Bir onlar akıllı, bir onlar uyanık, bir onlar ayrıcalıklı… Biz ise dış güçlerin, şer odaklarının, karanlık planların, nifak projelerinin, üst aklın oyuncağı olmaya teşne, bu yüzden hep parmak sallanması, silkelenmesi, ensesinde boza pişirilmesi gereken ‘üçüncü mevki yolcuları’… Sarayda yaşayan bizim gecekonduda nasıl yaşamamız gerektiğine karar veriyor. Neye inanacağımıza, neyi seveceğimize, ne içeceğimize, nasıl gezeceğimize, kimle dost, kimle düşman olacağımıza, komşumuzun tavuğuna, oğlumuzun dinleyeceği müziğe karışıyor. Öyle ya bizim kafamız basmaz bunlara… Alimallah ‘dış güçlerin’ arkasına takılır gideriz.  
 
Karanlık şirketin ortakları
 
Perdeyi hafifçe yana çekip dışarıya baktığımızda bile önümüzden geçen kir ırmakları, masamızın üstünde duran büyük yoksulluk, kapımızı çalan korku, aç uyuyan çocuklar, kendini asan gençler buz gibi gerçek oysaki… Sıfır zeka yarışma programlarından, koftiden şovlardan, hayatımızı dikizleyen, bizi birbirimize rezil eden canlı yayınlardan az biraz sıyrılıp, iki haber izleyelim diye geçtiğimiz kanallarda bağırıp çağıran, gırtlağımıza yapışan, kulağımızı çeken o ses de bir gerçek… Bütün bunların içinde başka bir gerçek daha var. Hatta en gerçeği de o… Sedat Peker onların çocuğu, onların adamı… Aynı şirketin ortakları arasında çıkan kavganın en fazla borçlu hanesindeyiz biz. Bizim ürettiğimiz, bizim yarattığımız, bizim çapaladığımız, bizim suladığımız, bizim bahçemizden, bizim tornamızdan, kaynak makinamızdan, emeğimizden, alın terimizden, kas gücümüzden, göz nurumuzdan çıkan serveti yağmalama masasıdır o masa… Şirket ortakları arasındaki bu kavganın faturası da yine bize çıkacak belli ki… Üstelik ‘vatan haini’, ‘şer’, ‘nifak’, ‘devlet düşmanı’ ilan edilerek ödeyeceğiz bu hesabı…
 
Bir cinayeti en iyi katil bilir
 
Sedat Peker cihatçı çetelerin fink attığı Suriye’ye malzeme götürdüğünü söylüyor. Ne olduğu meçhul malzemeyi taşıtan söylüyor bunu. Konvoyunun arkasına başka araçların takıldığını, onların da silah taşıdığını itiraf ediyor. Silahlar SADAT’tan… Yani adıyla soyadıyla bir ‘SADAT Peker’ operasyonu… Kime gitmiş bu ‘malzeme’? Bayırbucak Türkmenlerine gidecek diye yola çıkan bu konvoyun teslim adresi El Nusra… Ben söylemiyorum, işsiz delikanlı, aç uyuyan çocuk, dükkanı kapanan esnaf, tarlası haczedilen çiftçi de söylemiyor. Malzemeyi gönderen, taşıtan söylüyor. Bir katilin cinayeti itiraf etmesi gibi yani… Ne denilecek? “Bu katil zaten, sözüne itibar edilmez” mi? İşlediği cinayeti katil bilmezse, kim bilir?
 
Çaya, çorbaya ‘milli değer’
 
Mafya, çete gibi oluşumlar evrensel hukukta ‘halk düşmanı’ olarak adlandırılır. Ülkemizde Sedat Peker gibi onlarcası devletin koltuğunun altında, muktedirlerin kirli işlerini yaparak semirdi, büyüdü, heyula haline geldi. Sokaktaki insana, evindeki bireye, fabrikadaki işçiye, vatandaşa yönelmiş bir tehdittir bu. Birbirlerine attıkları tokadın, kazığın faturası halka çıkar. Halkı söğüşleyenler, kamu kaynaklarını iç edenler bu karanlık serveti kanla bölüşür, şiddetle paylaşırlar. Bunu yaparken de bir ‘halkla ilişkiler’ faaliyeti yürütülür. İşte o faaliyetin mottosu da ‘vatan, millet, Sakarya’dır. Bir baş kuru soğana muhtaç Anadolu’nun yiğit insanı, karnı guruldarken ‘vatan, millet, devlet’ diye susturur iç sesini… ‘Sosyoloji’ diyorlar buna, ‘milli değerler’ diyorlar, ‘milletin diliyle konuşmak’ diyorlar. Oysa dil filan yok, o duyduğunuz ses açlığın gurultusudur. Biz bu kanlı, karanlık, kirli tezgahın, operasyonların hiçbir yerinde değiliz. Her an şakağımıza sıkılmaya hazır bir silahın önünde duruyoruz sadece. Kendi şer ittifakınızdan atılanları, kendi kavganızı bizim mahalleye yamamayın. Ne kadar yıkanırsanız yıkanın üstünüzden bu kan temizlenmez, ama en azından gidip biraz paklanmayı deneyin.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.