Tarih boyu ölümcül salgınlar

GÜNDEM 18.03.2020 - 11:43, Güncelleme: 07.12.2020 - 14:05
 

Tarih boyu ölümcül salgınlar

Korona virüs salgını hayatımıza girmesiyle birlikte ‘salgın hastalıklarla’ ilgili merak uyandı. İşte tarih boyunca ölümcül salgınlar…

haberimizvar.net- Korona virüsünün (Covid-19) etkileri, görünüşte nezle benzeri masum belirtilerle başlıyor; burun akıntısı, baş ağrısı, ateş, boğaz ağrısı. Ancak Çin’deki Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve o zamandan beri Asya, Avrupa, Afrika, Avustralya ve ABD’ye yayılan bu yeni korona virüsü türü, soğuk algınlığından çok daha ölümcül. Salgının merkez üssü olan ve 11 milyon kişinin yaşadığı Wuhan şehri, o zamandan beri tam bir karantina altında dünyadan izole bir hayat sürüyor. HERŞEY BÖYLE BAŞLADI Korona virüsünün (Covid-19) etkileri, görünüşte nezle benzeri masum belirtilerle başlıyor; burun akıntısı, baş ağrısı, yüksek ateş ve boğaz ağrısı. Ancak Çin’deki Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve o zamandan beri Asya, Avrupa, Afrika, Avustralya ve ABD’ye yayılan bu yeni korona virüsü türü, soğuk algınlığından çok daha ölümcül. Salgının merkez üssü olan ve 11 milyon kişinin yaşadığı Wuhan şehri, o zamandan beri tam bir karantina altında dünyadan izole bir hayat sürüyor. Çinli yetkililer, son günlerde Wuhan kentinde yaşanan salgının zirve noktasından düşüşe geçtiği ve hastalıktan etkilenen insan sayısının azalma eğilimi gösterdiği yolunda açıklamalar yapıyorlar. Mevcut veriler, 50 kişiden birinin enfeksiyondan hayatını kaybettiği anlamına gelen yaklaşık yüzde ikilik bir ölüm oranına işaret ediyor. SALGIN HASTALIKLAR LİSTESİ Gazeduvar’ın haberine göre; ‘2019-nCoV’ diye tanımlanan SARS benzeri virüs, hızlı biçimde uluslararası bir endişe kaynağı haline gelirken, geçmişte tüm ülkeleri perişan eden ve milyonlarca insanın hayatını elinden alan virüs salgınlarından hâlâ çok uzak durumda. Antik çağlardan bugüne dek dünyayı etkisi altına alan birçok salgından bilinen en büyükleri şöyle sıralanıyor: ATİNA VEBASI (MÖ 430-427) Kaydedilen en eski pandemi, Peloponnez Savaşı’nın ikinci yılında gerçekleşmişti. Sahra altı Afrika kaynaklı hastalık, Atina’da patlak verdi ve Yunanistan ile Doğu Akdeniz genelinde yayılmayı sürdürdü. İlkin, vebanın, tifo ateşi olduğu düşünülüyordu. Semptomları ateş, susuzluk, boğaz ve dilde kan, deride kızarıklık ve tahrişi içeriyordu. Thucydides’e göre, felaket o kadar eziciydi ki, hiçbir din ya da hukuk kuralı tanımıyor, ayrım yapmaksızın her halkı etkisi altına alıyordu. Tarihçiler, Atina nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin bu salgın sonucunda öldüğüne inanıyorlar. Hastalığın Atina üzerinde yıkıcı bir etkisi vardı ve bu durum, neticede Sparta ve müttefikleri tarafından yenilmelerinde en önemli etken olacaktı. Çoğu kayıt, Atina’daki veba salgınını, klasik Yunan tarihindeki en ölümcül hastalık olarak aktarıyor. Bu salgına kurban giden en tanınmış kişilik, klasik Atina’nın en büyük devlet adamı olan Perikles’ti. ANTONINE VEBASI (MS 165-180) MS 165’te Orta Avrupa’da patlak veren ve çiçek hastalığı olduğu sanılan bir salgın sırasında, aslında bir veba salgını yaşanmıştı. Antonine Veba’sı adıyla bilinen olay, Hunların Avrupa’ya yaptığı akınların ardından Almanların atası olan Cermenleri etkiledi. Salgın, sonrasında Roma İmparatorluğu boyunca yayılarak çok geniş bir coğrafyayı etkisi altına aldı. Tanınmış Yunanlı hekim Galenos da (‘Galen’ diye de anılır) bu salgına tanık olmuş ve semptomları kaydetmişti: belirtileri gastrointestinal kanama, yoğun öksürük, kötü kokan nefes, vücudun her yerinde görülen kırmızı ve siyah deri döküntüleri ve ishaldi. Tarihçiler tarafından salgın süresince hayatını kaybeden insan sayısının beş milyon olduğu tahmin ediliyor ve hastalık bazı bölgelerde nüfusun üçte birini yok ederken, Roma ordusunu tam anlamıyla harap etti. Bu salgın, MS 180’e kadar devam etti ve İmparator Marcus Aurelius’un da hastalığın kurbanlarından biri olduğu iddia ediliyordu. Bazen ‘Galen Vebası’ olarak adlandırılan Antonine Vebası, Roma’da günlük yaklaşık 2 bin ölüme neden oldu. Hastalık, Roma İmparatorluğu Akdeniz dünyasında gücünün zirvesindeyken patlak verdi ve Anadolu, Mısır, Yunanistan ve İtalya’yı etkisi altına aldı. Kimi kayıtlara göre, hastalığın Mezopotamya kenti Seleukia’dan dönen askerler tarafından Roma’ya geri getirildiği düşünülüyordu. Salgın sonucunda, Antonius’un yanında hüküm süren İmparator Lucious Verus’un da öldüğü kaydedildi. Veba, MS 251 ile 266 yılları arasında ikinci ve daha ciddi bir salgın halinde ortaya çıktı ve bu salgında günde yaklaşık 5 bin kişinin öldüğü düşünülüyor. Tarihçiler, sonuç olarak Roma İmparatorluğu’nda yaşayan tüm nüfusun dörtte birinin Antonine Vebası’ndan dolayı öldüğüne inanıyorlar. JUSTINIANUS VEBASI (MS 541-750) 6’ncı yüzyılda Bizans İmparatoru olan I. Justinianus’un saltanatı, ‘hıyarcıklı veba’ salgını nedeniyle büyük bir darbe aldı. Günümüzde ‘Justinian Vebası’ adıyla da bilinen bu salgının kimi kaynaklara göre 25 ilâ 30 milyon insanı öldürdüğü, belki de o zamanki bilinen dünya nüfusunun yarısına eşit bir nüfusu yok ettiği düşünülüyor. Justinian Vebası salgını kesinlikle yaşansa da araştırmacılar hâlâ yaklaşık bin 500 yıl önceki salgının ne kadar kötü olduğuna dair kanıtları araştırıyorlar. Bu salgınlarla ilgili geleneksel anlatı, ticaretin büyük ölçüde sona ermesi ve imparatorluğun zayıflamasını içeriyordu ve bu durum, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde yaşayan diğer medeniyetlerin, daha önce Bizans egemenliğinde olan toprakları ele geçirmelerine izin verdi. Justinianus, veba salgını imparatorluğu vurduğunda, Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı parçalarını yeniden birleştirme gayretindeydi. Sonuç olarak, dünya nüfusunun yarısı öldü, Roma İmparatorluğu bir daha asla birleşmedi ve karanlık çağlar başladı. Justinianus Vebası, Bizans/Doğu Roma İmparatorluğu’nu, özellikle başkent Konstantinopolis’i, İran’da bulunan Sasani İmparatorluğu’nu ve Akdeniz çevresindeki liman kentlerini etkiledi. Vebanın türü kaydedilen ‘hıyarcıklı veba’ vakası olarak kabul ediliyor. Hastalığı diğer bölgelere yayan aracılarsa, Mısır tahıl gemileri ve arabaları üzerinde imparatorluk boyunca seyahat eden siyah sıçanlardı. Hastalık, tepe noktasına ulaştığında, günde yaklaşık 5 bin kişiyi öldürdü ve Konstantinopolis nüfusunun yüzde 40’ını yok etti. Salgın, nihayet MS 750 yılında yok olana kadar 225 yıl boyunca Akdeniz dünyasını harap etmeye devam etti. CÜZZAM (11’İNCİ YÜZYIL) Yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş olmasına rağmen, Cüzzam, Ortaçağ’da Avrupa’da bir salgına dönüştü. ‘Hansen Hastalığı’ adıyla da bilinen Cüzzam, ‘Mycobacterium leprae’ bakterisinin kronik bir enfeksiyonundan kaynaklanır. Cüzzam, cilde, sinirlere, gözlere ve uzuvlara kalıcı olarak zarar verebilecek cilt lezyonlarına neden olur. Hastalık aşırı bir formdayken, el ve ayak parmaklarının kaybına, kangrene, körlüğe, burnun çökmesine, sindirim sistemi sorunlarına ve iskelet çerçevesinin zayıflamasına neden olabilir. 11’inci yüzyılda pandemik seviyelere ulaşan Cüzzam, tarihin en yanlış anlaşılan hastalıklarından biri oldu. Yüzyıllar boyunca insanlar hastalığın kalıtsal olduğuna inandılar ve o dönem yaşayan bazı insanlar bu hastalığın günahlarımıza karşılık olarak tanrının verdiği bir ceza olduğuna inanırken, diğerleri, cüzzamlıların İsa Mesih’in acılarına benzer şekilde acı çektiğini düşündüler. Hastalar damgalandı ve sürgün edildi. Toplumdan sürülmedikleri zamansa, özel kıyafetler giymek zorunda kaldılar ve hatta diğer insanlara geldiklerini bildirmek için ellerindeki çanları çalmaları gerekti. Hastalığın yarattığı aşırı korkunun temelinde, semptomlarından biri olan doku kaybı vardı; dokulardaki bozulma sonucunda kimi vücut kısımları ya da tüm uzuvlar siyahlaşıyordu. Günümüzde hâlâ Cüzzam hastaları olmasına rağmen, hastalık çoklu ilaç tedavisi ile tedavi edilebiliyor. Çoklu ilaç tedavisi, hastalığın ciddiyetine bağlı olarak altı ay veya bir yıl sürüyor; ancak etkilenenleri iyileştirmede başarılı. 2018 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünya çapında 208 bin 619 yeni vaka görüldüğünü bildirdi. VEBA (KARA ÖLÜM/1347-1351) Veba ya da ‘Büyük Veba’ adıyla bilinen ‘Kara Ölüm’, 14’üncü yüzyılda Avrupa ve Asya’yı vuran yıkıcı bir hıyarcıklı veba türüydü. Avrupa nüfusunun yüzde 30 ilâ 60’ını ve Avrasya’da yaklaşık 75 ilâ 100 milyon insanı öldürdüğü tahmin ediliyor. Salgının, Kırım’a ulaşmak için İpek Yolu boyunca seyahat ettiği, Orta Asya veya Doğu Asya’nın bozkır ovalarından kaynaklandığı düşünülüyordu. Oradan, muhtemelen Akdeniz ve Avrupa’daki ticari gemilerde seyahat eden siyah fareler üzerinde yaşayan pireler tarafından yeni bölgelere taşınmıştı. 1347 yılının Ekim ayında, 12 gemi Sicilya’daki Messina limanına demirledi; yolcuları çoğunlukla ölmüştü, hâlâ yaşayanlarsa kan ve irin sızan siyah yaralarla kaplıydı. Hastalığın diğer belirtileri arasında ateş, titreme, kusma, ishal, ağrı vardı. Altı ilâ 10 günlük enfeksiyon ve hastalığın ardından, hastalığa yakalanmış olan kişilerin yüzde 80’i can veriyordu. 1347 ve 1351 yılları arasında, hıyarcıklı veba Avrupa’ya yayıldı ve yaklaşık 25 milyon insanın canını aldı. Avrupa nüfus düzeylerinin 1347’den önceki seviyelerine geri dönmesi 200 yıldan fazla sürdü. Muhtemelen Asya’da, özellikle de kaynaklandığı düşünülen Çin’de bundan daha fazla sayıda ölüme yol açmıştı. Veba salgını, daha önceki salgınlar gibi yine Avrupa tarihinin seyrini değiştirdi. Bunun bir tür ilahi ceza olduğuna inanan bazı kesimler, Yahudiler, rahipler, yabancılar, dilenciler ve hacılar gibi çeşitli grupları hedef aldı. Cüzzamlılar ve akne veya sedef hastalığı gibi cilt hastalıkları olan insanlar öldürüldü. 1349 yılında 2.000 Yahudi öldürüldü ve 1351 yılında 60 büyük ve 150 küçük Yahudi topluluğu tamamen katledildi. Daha sonraları ‘Kara Ölüm’ adıyla anılan pandeminin diğer sonuçları arasında, hayatta kalanların yaşam standardının gerçekten artmasının yanı sıra, çok sayıda insan öldüğü için serfliğin yok oluşunun başlangıcı sayılabilir. Artık işçiler daha fazla fırsata sahipti ve sosyal hareketlilik artarken, kısa bir süreliğine de olsa dünya genelindeki savaşlar durmuştu. Bununla birlikte bağnazlıkta ve günah keçisi aramada büyük bir artış yaşandı; artan ön yargılar nedeniyle Yahudiler ve Romanlar da dahil olmak üzere azınlıklara karşı sayısız katliam ve sürgün olayı gerçekleştirildi. ÇİÇEK HASTALIĞI VE COCOLIZTLI SALGINI (1545-1548) Avrupalılar, 1492’de Amerika kıtasına ilk geldiklerinde bir dizi yeni salgına neden oldular. Bunlardan biri olan çiçek hastalığı, enfekte olanların yaklaşık yüzde 30’unu öldüren bulaşıcı bir hastalıktı. İlerleyen dönemde hız kesmeyen çiçek hastalığı, yeni salgınlarda, Amerika’da yaşayan yerli nüfusun yüzde 90’ına yakınının, yani yaklaşık 20 milyon insanın hayatına mal oldu. Salgın, Avrupalıların yeni boşalan alanları kolonize etmelerine olanak sağladı, Amerika’nın tarihini sonsuza dek değiştirdi. Cocoliztli Salgını, 16’ıncı yüzyılda, bugünkü Meksika’daki New Mexico bölgesinde meydana gelen ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan salgının ismiydi. Yerli bir halk olan Nahhuatl’ların lisanında ‘haşere’ anlamına gelen ‘Cocoliztli’, aslında İspanyolların bölgeyi ele geçirmesinden sonra yerli Mezoamerikan nüfusunu yok eden bir dizi gizemli hastalıktı. Salgının, bölgenin demografisi üzerinde yıkıcı bir etkisi vardı; zira, bölge yerlilerinin Avrupalıların getirdiği bakterilere karşı gelişmiş bir bağışıklık sistemi yoktu. Hastalığın semptomları baş dönmesi, yüksek ateş, baş ve karın ağrıları, burun, göz ve ağızda kanama, aynı zamanda koyu renkli bir dil, sarılık ve boyun nodüllerinden oluşuyordu. Cocoliztli’nin o dönemde 15 milyon insanı ya da tüm yerli nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini öldürdüğü tahmin ediliyor. Ölü sayısına dayanarak, genellikle Meksika tarihinin en kötü salgını olarak adlandırılıyor. LONDRA ‘BÜYÜK VEBA’ SALGINI (1665-1666) Büyük Veba İngiltere’de meydana gelen son büyük hıyarcıklı veba salgını oldu. Aynı zamanda kara ölümden bu yana en kötü veba salgınıydı. En erken vakalar St Giles-in-the-Fields adlı bir bölgede görüldü. Ölüm sayısı sıcak yaz aylarında hızla yükselmeye başladı ve bir hafta içinde 7 bin 165 Londralının öldüğü Eylül ayında doruğa ulaştı. 18 ay boyunca, tahminen 100 bin kişi can verdi; bu sayı, o sırada Londra nüfusunun neredeyse dörtte birine tekabül ediyordu. Bu dönemde hastalığı yaydıkları kuşkusuyla yüz binlerce kedi ve köpek de katledildi. KOLERA SALGINI (1817-1823) İlk büyük Kolera salgını Hindistan’da bulunan Jessore kentinde başladı ve bölgenin çoğuna ve daha sonra komşu bölgelere yayıldı. Bu, milyonlarca insanı öldüren yedi büyük Kolera salgınının ilkiydi. John Snow adında bir İngiliz doktor hastalığın yayılmasının nasıl önlenebileceğine dair araştırmalar yapıyordu ve 1854 yılında Londra’nın Soho mahallesindeki bir su pompası kaynağını izole ederek, salgını durdurmayı başardı. Daha sonra onun izinden giden diğer bölge ve ülkeler de salgını kontrol altına almayı başardılar. Dünya Sağlık Örgütü, Kolera salgınını ‘unutulmuş pandemi’ diye adlandırdı ve 1961 yılında başlayan yedinci salgının bu güne kadar devam ettiğini ifade ediyor. Bildirildiği kadarıyla, Kolera hastalığı her yıl 1.3 milyon ilâ 4 milyon insanı hasta ediyor ve yıllık ölüm sayısı 21 bin ilâ 143 bin arasında değişiyor. Kolera, belirli bir bakteriyle kirlenmiş yiyecek veya suyun yutulmasından kaynaklandığından, aşırı boyutlardaki zenginlik eşitsizliği ve sosyal gelişim eksikliği nedeniyle, geri bırakılan ülkelere ezici bir şekilde zarar veriyor. İSPANYOL GRİBİ VEYA ‘H1N1’ (1918-1919) ‘İspanyol Gribi’ olarak da bilinen 1918 yılındaki grip salgını, tarihteki en yıkıcı salgın olarak kaydedildi. Uzak Pasifik Adaları’ndaki ve Kuzey Kutbu’ndaki insanlar da dahil olmak üzere dünya çapında 500 milyon insana bulaştı. Ölü sayısı 50 milyonu aştı. Bu ölümlerin yaklaşık 25 milyonluk kısmı, salgının ilk 25 haftasında yaşanmıştı. Bu salgınla ilgili özellikle göze çarpan şey kurbanlarıydı. Grip salgını çoğunlukla gençleri, yaşlıları veya zayıf bir bünyeye sahip insanları öldürdü. Bununla birlikte, bu pandemik tamamen sağlıklı ve güçlü genç yetişkinleri de etkilerken, sınırlı sayıda çocuğu ve zayıf bağışıklık sistemine sahip olanların bir kısmını hayatta bırakmaktaydı. Salgın sırasında, I. Dünya savaşının son dönemi yaşanıyordu ve halk sağlığı yetkililerinin viral salgınlarla başa çıkmak için kullanabileceği hiçbir resmi protokol yoktu; bu durum, etkisinin büyümesine katkıda bulunmuştu. Sonraki yıllarda, pandeminin nasıl gerçekleştiğini ve nasıl önlenebileceğini anlamak üzere yapılan araştırmalar, halk sağlığı alanında iyileşmelere yol açtı ve grip ve benzeri virüs salgınlarının etkisini azaltmaya yardımcı oldu. HONG KONG GRİBİ VEYA ‘H3N2’ (1968-1970) Asya Gribi salgını, 1956’da Çin kökenli ve dünya çapında yayılan bir kuş gribi salgınıydı. Kısa sürede 20’nci yüzyılın ikinci büyük grip salgını haline geldi. Salgının, ‘influenza A’ virüsünün, ‘H2N2’ olarak bilinen ve virüsün mutasyon geçirmiş alt türünden kaynaklandığına inanılıyor. Asya Gribi, iki yıl içerisinde, Çin’in Guizhou eyaletinden Singapur, Hong Kong ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yayıldı. Tahmini ölüm oranı bir ilâ iki milyon arasındaydı. İngiltere’de altı ayda 14 bin kişi hayatını kaybetti. İspanyol gribi salgınından elli yıl sonra, başka bir grip virüsü olan H3N2 dünyaya yayıldı. Tahminen, 100 bini ABD’de olmak üzere, küresel çapta yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açmıştı. 1968 pandemisi, 20’nci yüzyılda meydana gelen üç büyük grip salgınından biriydi; bunlardan ilki 1918’deki İspanyol Gribi’ydi ve ikincisi, hemen ardından gelen 1957’deki Asya Gribi salgınıydı. Asya Gribi’nden sorumlu olan virüsün 10 yıl sonra “Hong Kong Gribi” denilen bu türe dönüştüğüne ve H3N2 pandemisine neden olduğuna inanılıyor. 1918 salgını kadar ölümcül olmasa da, H3N2 son derece bulaşıcıydı ve Hong Kong’da ilk bildirilen vakadan sonraki iki hafta içinde 500 bin kişi hastalığa yakalandı. Pandemi, küresel sağlık topluluğunun gelecekteki salgınları önlemede aşıların hayati rolünü anlamasına yardımcı oldu. HIV/AIDS (1981-günümüz) ‘İnsan immün yetmezlik virüsü’ veya HIV, bağışıklık sistemine saldıran ve tarihsel olarak en sık korunmasız seks, doğum ve enjektörlerin paylaşımı neticesinde vücut sıvıları yoluyla bulaşan bir virüstür. HIV, zamanla bireyin HIV enfeksiyonunun en şiddetli formunu geliştireceği biçimde pek çok CD4 hücresini yok ederek, ‘edinilmiş immün yetmezlik sendromu’na (AIDS) yol açar. Bilinen ilk HIV vakası 1959 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde tanımlanmasına rağmen, hastalık 1980’lerin başında salgın seviyesine ulaştı. O zamandan beri, tahminen 75 milyon insan HIV ile enfekte oldu ve 35 milyon insan AIDS’ten öldü. Sadece 2005 yılında, yaklaşık 2.8 milyon insan AIDS’ten hayatını kaybetti; 4.1 milyon yeni hasta HIV ile enfekte oldu ve 38.6 milyon kişi HIV ile yaşıyordu. AIDS için bir tedavi olmamasına rağmen, antiretroviral terapi ilaçları HIV’i kontrol edebilir ve ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlatabilir; böylece, enfekte olmuş birinin uzun bir yaşam sürmesine izin verebilir. Basketbol süperstarı Magic Johnson, 1991 yılında NBA’den emekli olduğunda tarih yazdı ve o sırada HIV teşhisi konan, halkın tanıdığı en ünlü insan oldu. Johnson başarılı bir işadamı olarak yaşamaya devam ediyor. SARS (2002-2003) SARS veya ‘şiddetli akut solunum sendromu’, insanları enfekte edebilen yedi korona virüsünden birinin neden olduğu bir hastalıktır. 2003 yılında, Çin’in Guangdong eyaletinde ortaya çıkan bir salgın, toplam 26 ülkede süratle yayılarak, 8 binden fazla kişiye bulaştı ve 774’ünü öldürecek biçimde küresel bir salgın haline geldi. 2003 SARS pandemisinin sonuçları, etkilenen bölgelerin karantinaya alınması ve enfekte bireylerin izole edilmesi de dahil olmak üzere, küresel yetkililerin yoğun biçimde aldığı halk sağlığı önlemleri neticesinde büyük ölçüde sınırlandı. Yeni 2019 korona virüsünü inceleyen bilim insanları, genetik yapısının SARS virüsüyle yüzde 86,9 oranda aynı olduğunu buldular. SARS salgını, özellikle kamusal alanların düzenli olarak dezenfekte edildiği ve yüz maskelerinin gündelik bir araç haline geldiği Hong Kong’da, viral hastalık bulaşmasını önleme konusundaki farkındalığı artırdı. DOMUZ GRİBİ VEYA ‘H1N1’ (2009-2010) Grip virüsünün yeni bir formu 2009 yılında ortaya çıktı ve ABD’de yaklaşık 60.8 milyon kişiye bulaştı; salgın küresel bazda 151 bin 700 ilâ 575 bin 400 arasında ölüme neden oldu. ‘Domuz gribi’ olarak adlandırıldı; çünkü domuzlardan insanlara geçtiği ortaya çıkmıştı. H1N1, tipik grip salgınlarından farklıydı, zira virüse bağlı ölümlerin yüzde 80’i 65 yaşından daha genç insanlarda meydana geldi. Tipik olarak, grip salgınlarından kaynaklanan ölümlerin yüzde 70 ilâ yüzde 90’ı 65 yaşından büyüklerde görülmekteydi. ‘H1N1’, viral bir salgının 21’inci yüzyılda ne kadar hızlı yayılabileceğini dünyaya gösterdi ve bu da küresel toplumun gelecekte daha hızlı yanıt vermesi için ek hazırlıklara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu. Domuz gribinin önemli bir mirası, gelişmiş sağlık sistemlerine sahip birçok ülkenin hızlı hareket eden, grip benzeri bir salgına karşı kalıcı savunmasızlığını ortaya koymasıydı. EBOLA (2014-2016) Ortaya çıktığı bölgenin yakınlarında bulunan nehrin adını alan Ebola virüsü, en modern pandemilere kıyasla sınırlı ama inanılmaz derecede ölümcül bir virüs. Salgın, 2014 yılında Gine’deki küçük bir köyde başladı ve Batı Afrik’daki bir avuç komşu ülkeye yayıldı. Gine, Liberya ve Sierra Leone’de hastalığa yakalanan çoğu vakada, virüs 28 bin 600 kişinin 11 bin 325’ini öldürdü. Aynı dönemde, Ebola hastalığına yakalanan ortalama 8 Amerikalıdan biri de aynı akıbete uğradı. Tıpkı “unutulmuş pandemi” Kolera gibi, Ebola da en yoksul ve buna karşı kendini savunmak için hiçbir donanıma sahip olmayan ülkelerde büyük bir yıkıma neden oldu.  
Korona virüs salgını hayatımıza girmesiyle birlikte ‘salgın hastalıklarla’ ilgili merak uyandı. İşte tarih boyunca ölümcül salgınlar…

haberimizvar.net- Korona virüsünün (Covid-19) etkileri, görünüşte nezle benzeri masum belirtilerle başlıyor; burun akıntısı, baş ağrısı, ateş, boğaz ağrısı. Ancak Çin’deki Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve o zamandan beri Asya, Avrupa, Afrika, Avustralya ve ABD’ye yayılan bu yeni korona virüsü türü, soğuk algınlığından çok daha ölümcül. Salgının merkez üssü olan ve 11 milyon kişinin yaşadığı Wuhan şehri, o zamandan beri tam bir karantina altında dünyadan izole bir hayat sürüyor.

HERŞEY BÖYLE BAŞLADI

Korona virüsünün (Covid-19) etkileri, görünüşte nezle benzeri masum belirtilerle başlıyor; burun akıntısı, baş ağrısı, yüksek ateş ve boğaz ağrısı. Ancak Çin’deki Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve o zamandan beri Asya, Avrupa, Afrika, Avustralya ve ABD’ye yayılan bu yeni korona virüsü türü, soğuk algınlığından çok daha ölümcül. Salgının merkez üssü olan ve 11 milyon kişinin yaşadığı Wuhan şehri, o zamandan beri tam bir karantina altında dünyadan izole bir hayat sürüyor. Çinli yetkililer, son günlerde Wuhan kentinde yaşanan salgının zirve noktasından düşüşe geçtiği ve hastalıktan etkilenen insan sayısının azalma eğilimi gösterdiği yolunda açıklamalar yapıyorlar. Mevcut veriler, 50 kişiden birinin enfeksiyondan hayatını kaybettiği anlamına gelen yaklaşık yüzde ikilik bir ölüm oranına işaret ediyor.

SALGIN HASTALIKLAR LİSTESİ

Gazeduvar’ın haberine göre; ‘2019-nCoV’ diye tanımlanan SARS benzeri virüs, hızlı biçimde uluslararası bir endişe kaynağı haline gelirken, geçmişte tüm ülkeleri perişan eden ve milyonlarca insanın hayatını elinden alan virüs salgınlarından hâlâ çok uzak durumda. Antik çağlardan bugüne dek dünyayı etkisi altına alan birçok salgından bilinen en büyükleri şöyle sıralanıyor:

ATİNA VEBASI (MÖ 430-427)

Kaydedilen en eski pandemi, Peloponnez Savaşı’nın ikinci yılında gerçekleşmişti. Sahra altı Afrika kaynaklı hastalık, Atina’da patlak verdi ve Yunanistan ile Doğu Akdeniz genelinde yayılmayı sürdürdü. İlkin, vebanın, tifo ateşi olduğu düşünülüyordu. Semptomları ateş, susuzluk, boğaz ve dilde kan, deride kızarıklık ve tahrişi içeriyordu. Thucydides’e göre, felaket o kadar eziciydi ki, hiçbir din ya da hukuk kuralı tanımıyor, ayrım yapmaksızın her halkı etkisi altına alıyordu. Tarihçiler, Atina nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin bu salgın sonucunda öldüğüne inanıyorlar. Hastalığın Atina üzerinde yıkıcı bir etkisi vardı ve bu durum, neticede Sparta ve müttefikleri tarafından yenilmelerinde en önemli etken olacaktı. Çoğu kayıt, Atina’daki veba salgınını, klasik Yunan tarihindeki en ölümcül hastalık olarak aktarıyor. Bu salgına kurban giden en tanınmış kişilik, klasik Atina’nın en büyük devlet adamı olan Perikles’ti.

ANTONINE VEBASI (MS 165-180)

MS 165’te Orta Avrupa’da patlak veren ve çiçek hastalığı olduğu sanılan bir salgın sırasında, aslında bir veba salgını yaşanmıştı. Antonine Veba’sı adıyla bilinen olay, Hunların Avrupa’ya yaptığı akınların ardından Almanların atası olan Cermenleri etkiledi. Salgın, sonrasında Roma İmparatorluğu boyunca yayılarak çok geniş bir coğrafyayı etkisi altına aldı. Tanınmış Yunanlı hekim Galenos da (‘Galen’ diye de anılır) bu salgına tanık olmuş ve semptomları kaydetmişti: belirtileri gastrointestinal kanama, yoğun öksürük, kötü kokan nefes, vücudun her yerinde görülen kırmızı ve siyah deri döküntüleri ve ishaldi. Tarihçiler tarafından salgın süresince hayatını kaybeden insan sayısının beş milyon olduğu tahmin ediliyor ve hastalık bazı bölgelerde nüfusun üçte birini yok ederken, Roma ordusunu tam anlamıyla harap etti. Bu salgın, MS 180’e kadar devam etti ve İmparator Marcus Aurelius’un da hastalığın kurbanlarından biri olduğu iddia ediliyordu. Bazen ‘Galen Vebası’ olarak adlandırılan Antonine Vebası, Roma’da günlük yaklaşık 2 bin ölüme neden oldu. Hastalık, Roma İmparatorluğu Akdeniz dünyasında gücünün zirvesindeyken patlak verdi ve Anadolu, Mısır, Yunanistan ve İtalya’yı etkisi altına aldı. Kimi kayıtlara göre, hastalığın Mezopotamya kenti Seleukia’dan dönen askerler tarafından Roma’ya geri getirildiği düşünülüyordu. Salgın sonucunda, Antonius’un yanında hüküm süren İmparator Lucious Verus’un da öldüğü kaydedildi. Veba, MS 251 ile 266 yılları arasında ikinci ve daha ciddi bir salgın halinde ortaya çıktı ve bu salgında günde yaklaşık 5 bin kişinin öldüğü düşünülüyor. Tarihçiler, sonuç olarak Roma İmparatorluğu’nda yaşayan tüm nüfusun dörtte birinin Antonine Vebası’ndan dolayı öldüğüne inanıyorlar.

JUSTINIANUS VEBASI (MS 541-750)

6’ncı yüzyılda Bizans İmparatoru olan I. Justinianus’un saltanatı, ‘hıyarcıklı veba’ salgını nedeniyle büyük bir darbe aldı. Günümüzde ‘Justinian Vebası’ adıyla da bilinen bu salgının kimi kaynaklara göre 25 ilâ 30 milyon insanı öldürdüğü, belki de o zamanki bilinen dünya nüfusunun yarısına eşit bir nüfusu yok ettiği düşünülüyor. Justinian Vebası salgını kesinlikle yaşansa da araştırmacılar hâlâ yaklaşık bin 500 yıl önceki salgının ne kadar kötü olduğuna dair kanıtları araştırıyorlar. Bu salgınlarla ilgili geleneksel anlatı, ticaretin büyük ölçüde sona ermesi ve imparatorluğun zayıflamasını içeriyordu ve bu durum, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde yaşayan diğer medeniyetlerin, daha önce Bizans egemenliğinde olan toprakları ele geçirmelerine izin verdi. Justinianus, veba salgını imparatorluğu vurduğunda, Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı parçalarını yeniden birleştirme gayretindeydi. Sonuç olarak, dünya nüfusunun yarısı öldü, Roma İmparatorluğu bir daha asla birleşmedi ve karanlık çağlar başladı. Justinianus Vebası, Bizans/Doğu Roma İmparatorluğu’nu, özellikle başkent Konstantinopolis’i, İran’da bulunan Sasani İmparatorluğu’nu ve Akdeniz çevresindeki liman kentlerini etkiledi. Vebanın türü kaydedilen ‘hıyarcıklı veba’ vakası olarak kabul ediliyor. Hastalığı diğer bölgelere yayan aracılarsa, Mısır tahıl gemileri ve arabaları üzerinde imparatorluk boyunca seyahat eden siyah sıçanlardı. Hastalık, tepe noktasına ulaştığında, günde yaklaşık 5 bin kişiyi öldürdü ve Konstantinopolis nüfusunun yüzde 40’ını yok etti. Salgın, nihayet MS 750 yılında yok olana kadar 225 yıl boyunca Akdeniz dünyasını harap etmeye devam etti.

CÜZZAM (11’İNCİ YÜZYIL)

Yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş olmasına rağmen, Cüzzam, Ortaçağ’da Avrupa’da bir salgına dönüştü. ‘Hansen Hastalığı’ adıyla da bilinen Cüzzam, ‘Mycobacterium leprae’ bakterisinin kronik bir enfeksiyonundan kaynaklanır. Cüzzam, cilde, sinirlere, gözlere ve uzuvlara kalıcı olarak zarar verebilecek cilt lezyonlarına neden olur. Hastalık aşırı bir formdayken, el ve ayak parmaklarının kaybına, kangrene, körlüğe, burnun çökmesine, sindirim sistemi sorunlarına ve iskelet çerçevesinin zayıflamasına neden olabilir. 11’inci yüzyılda pandemik seviyelere ulaşan Cüzzam, tarihin en yanlış anlaşılan hastalıklarından biri oldu. Yüzyıllar boyunca insanlar hastalığın kalıtsal olduğuna inandılar ve o dönem yaşayan bazı insanlar bu hastalığın günahlarımıza karşılık olarak tanrının verdiği bir ceza olduğuna inanırken, diğerleri, cüzzamlıların İsa Mesih’in acılarına benzer şekilde acı çektiğini düşündüler. Hastalar damgalandı ve sürgün edildi. Toplumdan sürülmedikleri zamansa, özel kıyafetler giymek zorunda kaldılar ve hatta diğer insanlara geldiklerini bildirmek için ellerindeki çanları çalmaları gerekti. Hastalığın yarattığı aşırı korkunun temelinde, semptomlarından biri olan doku kaybı vardı; dokulardaki bozulma sonucunda kimi vücut kısımları ya da tüm uzuvlar siyahlaşıyordu. Günümüzde hâlâ Cüzzam hastaları olmasına rağmen, hastalık çoklu ilaç tedavisi ile tedavi edilebiliyor. Çoklu ilaç tedavisi, hastalığın ciddiyetine bağlı olarak altı ay veya bir yıl sürüyor; ancak etkilenenleri iyileştirmede başarılı. 2018 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünya çapında 208 bin 619 yeni vaka görüldüğünü bildirdi.

VEBA (KARA ÖLÜM/1347-1351)

Veba ya da ‘Büyük Veba’ adıyla bilinen ‘Kara Ölüm’, 14’üncü yüzyılda Avrupa ve Asya’yı vuran yıkıcı bir hıyarcıklı veba türüydü. Avrupa nüfusunun yüzde 30 ilâ 60’ını ve Avrasya’da yaklaşık 75 ilâ 100 milyon insanı öldürdüğü tahmin ediliyor. Salgının, Kırım’a ulaşmak için İpek Yolu boyunca seyahat ettiği, Orta Asya veya Doğu Asya’nın bozkır ovalarından kaynaklandığı düşünülüyordu. Oradan, muhtemelen Akdeniz ve Avrupa’daki ticari gemilerde seyahat eden siyah fareler üzerinde yaşayan pireler tarafından yeni bölgelere taşınmıştı. 1347 yılının Ekim ayında, 12 gemi Sicilya’daki Messina limanına demirledi; yolcuları çoğunlukla ölmüştü, hâlâ yaşayanlarsa kan ve irin sızan siyah yaralarla kaplıydı. Hastalığın diğer belirtileri arasında ateş, titreme, kusma, ishal, ağrı vardı. Altı ilâ 10 günlük enfeksiyon ve hastalığın ardından, hastalığa yakalanmış olan kişilerin yüzde 80’i can veriyordu. 1347 ve 1351 yılları arasında, hıyarcıklı veba Avrupa’ya yayıldı ve yaklaşık 25 milyon insanın canını aldı. Avrupa nüfus düzeylerinin 1347’den önceki seviyelerine geri dönmesi 200 yıldan fazla sürdü. Muhtemelen Asya’da, özellikle de kaynaklandığı düşünülen Çin’de bundan daha fazla sayıda ölüme yol açmıştı. Veba salgını, daha önceki salgınlar gibi yine Avrupa tarihinin seyrini değiştirdi. Bunun bir tür ilahi ceza olduğuna inanan bazı kesimler, Yahudiler, rahipler, yabancılar, dilenciler ve hacılar gibi çeşitli grupları hedef aldı. Cüzzamlılar ve akne veya sedef hastalığı gibi cilt hastalıkları olan insanlar öldürüldü. 1349 yılında 2.000 Yahudi öldürüldü ve 1351 yılında 60 büyük ve 150 küçük Yahudi topluluğu tamamen katledildi. Daha sonraları ‘Kara Ölüm’ adıyla anılan pandeminin diğer sonuçları arasında, hayatta kalanların yaşam standardının gerçekten artmasının yanı sıra, çok sayıda insan öldüğü için serfliğin yok oluşunun başlangıcı sayılabilir. Artık işçiler daha fazla fırsata sahipti ve sosyal hareketlilik artarken, kısa bir süreliğine de olsa dünya genelindeki savaşlar durmuştu. Bununla birlikte bağnazlıkta ve günah keçisi aramada büyük bir artış yaşandı; artan ön yargılar nedeniyle Yahudiler ve Romanlar da dahil olmak üzere azınlıklara karşı sayısız katliam ve sürgün olayı gerçekleştirildi.

ÇİÇEK HASTALIĞI VE COCOLIZTLI SALGINI (1545-1548)

Avrupalılar, 1492’de Amerika kıtasına ilk geldiklerinde bir dizi yeni salgına neden oldular. Bunlardan biri olan çiçek hastalığı, enfekte olanların yaklaşık yüzde 30’unu öldüren bulaşıcı bir hastalıktı. İlerleyen dönemde hız kesmeyen çiçek hastalığı, yeni salgınlarda, Amerika’da yaşayan yerli nüfusun yüzde 90’ına yakınının, yani yaklaşık 20 milyon insanın hayatına mal oldu. Salgın, Avrupalıların yeni boşalan alanları kolonize etmelerine olanak sağladı, Amerika’nın tarihini sonsuza dek değiştirdi. Cocoliztli Salgını, 16’ıncı yüzyılda, bugünkü Meksika’daki New Mexico bölgesinde meydana gelen ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan salgının ismiydi. Yerli bir halk olan Nahhuatl’ların lisanında ‘haşere’ anlamına gelen ‘Cocoliztli’, aslında İspanyolların bölgeyi ele geçirmesinden sonra yerli Mezoamerikan nüfusunu yok eden bir dizi gizemli hastalıktı. Salgının, bölgenin demografisi üzerinde yıkıcı bir etkisi vardı; zira, bölge yerlilerinin Avrupalıların getirdiği bakterilere karşı gelişmiş bir bağışıklık sistemi yoktu. Hastalığın semptomları baş dönmesi, yüksek ateş, baş ve karın ağrıları, burun, göz ve ağızda kanama, aynı zamanda koyu renkli bir dil, sarılık ve boyun nodüllerinden oluşuyordu. Cocoliztli’nin o dönemde 15 milyon insanı ya da tüm yerli nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini öldürdüğü tahmin ediliyor. Ölü sayısına dayanarak, genellikle Meksika tarihinin en kötü salgını olarak adlandırılıyor.

LONDRA ‘BÜYÜK VEBA’ SALGINI (1665-1666)

Büyük Veba İngiltere’de meydana gelen son büyük hıyarcıklı veba salgını oldu. Aynı zamanda kara ölümden bu yana en kötü veba salgınıydı. En erken vakalar St Giles-in-the-Fields adlı bir bölgede görüldü. Ölüm sayısı sıcak yaz aylarında hızla yükselmeye başladı ve bir hafta içinde 7 bin 165 Londralının öldüğü Eylül ayında doruğa ulaştı. 18 ay boyunca, tahminen 100 bin kişi can verdi; bu sayı, o sırada Londra nüfusunun neredeyse dörtte birine tekabül ediyordu. Bu dönemde hastalığı yaydıkları kuşkusuyla yüz binlerce kedi ve köpek de katledildi.

KOLERA SALGINI (1817-1823)

İlk büyük Kolera salgını Hindistan’da bulunan Jessore kentinde başladı ve bölgenin çoğuna ve daha sonra komşu bölgelere yayıldı. Bu, milyonlarca insanı öldüren yedi büyük Kolera salgınının ilkiydi. John Snow adında bir İngiliz doktor hastalığın yayılmasının nasıl önlenebileceğine dair araştırmalar yapıyordu ve 1854 yılında Londra’nın Soho mahallesindeki bir su pompası kaynağını izole ederek, salgını durdurmayı başardı. Daha sonra onun izinden giden diğer bölge ve ülkeler de salgını kontrol altına almayı başardılar. Dünya Sağlık Örgütü, Kolera salgınını ‘unutulmuş pandemi’ diye adlandırdı ve 1961 yılında başlayan yedinci salgının bu güne kadar devam ettiğini ifade ediyor. Bildirildiği kadarıyla, Kolera hastalığı her yıl 1.3 milyon ilâ 4 milyon insanı hasta ediyor ve yıllık ölüm sayısı 21 bin ilâ 143 bin arasında değişiyor. Kolera, belirli bir bakteriyle kirlenmiş yiyecek veya suyun yutulmasından kaynaklandığından, aşırı boyutlardaki zenginlik eşitsizliği ve sosyal gelişim eksikliği nedeniyle, geri bırakılan ülkelere ezici bir şekilde zarar veriyor.

İSPANYOL GRİBİ VEYA ‘H1N1’ (1918-1919)

‘İspanyol Gribi’ olarak da bilinen 1918 yılındaki grip salgını, tarihteki en yıkıcı salgın olarak kaydedildi. Uzak Pasifik Adaları’ndaki ve Kuzey Kutbu’ndaki insanlar da dahil olmak üzere dünya çapında 500 milyon insana bulaştı. Ölü sayısı 50 milyonu aştı. Bu ölümlerin yaklaşık 25 milyonluk kısmı, salgının ilk 25 haftasında yaşanmıştı. Bu salgınla ilgili özellikle göze çarpan şey kurbanlarıydı. Grip salgını çoğunlukla gençleri, yaşlıları veya zayıf bir bünyeye sahip insanları öldürdü. Bununla birlikte, bu pandemik tamamen sağlıklı ve güçlü genç yetişkinleri de etkilerken, sınırlı sayıda çocuğu ve zayıf bağışıklık sistemine sahip olanların bir kısmını hayatta bırakmaktaydı. Salgın sırasında, I. Dünya savaşının son dönemi yaşanıyordu ve halk sağlığı yetkililerinin viral salgınlarla başa çıkmak için kullanabileceği hiçbir resmi protokol yoktu; bu durum, etkisinin büyümesine katkıda bulunmuştu. Sonraki yıllarda, pandeminin nasıl gerçekleştiğini ve nasıl önlenebileceğini anlamak üzere yapılan araştırmalar, halk sağlığı alanında iyileşmelere yol açtı ve grip ve benzeri virüs salgınlarının etkisini azaltmaya yardımcı oldu.

HONG KONG GRİBİ VEYA ‘H3N2’ (1968-1970)

Asya Gribi salgını, 1956’da Çin kökenli ve dünya çapında yayılan bir kuş gribi salgınıydı. Kısa sürede 20’nci yüzyılın ikinci büyük grip salgını haline geldi. Salgının, ‘influenza A’ virüsünün, ‘H2N2’ olarak bilinen ve virüsün mutasyon geçirmiş alt türünden kaynaklandığına inanılıyor. Asya Gribi, iki yıl içerisinde, Çin’in Guizhou eyaletinden Singapur, Hong Kong ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yayıldı. Tahmini ölüm oranı bir ilâ iki milyon arasındaydı. İngiltere’de altı ayda 14 bin kişi hayatını kaybetti. İspanyol gribi salgınından elli yıl sonra, başka bir grip virüsü olan H3N2 dünyaya yayıldı. Tahminen, 100 bini ABD’de olmak üzere, küresel çapta yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açmıştı. 1968 pandemisi, 20’nci yüzyılda meydana gelen üç büyük grip salgınından biriydi; bunlardan ilki 1918’deki İspanyol Gribi’ydi ve ikincisi, hemen ardından gelen 1957’deki Asya Gribi salgınıydı. Asya Gribi’nden sorumlu olan virüsün 10 yıl sonra “Hong Kong Gribi” denilen bu türe dönüştüğüne ve H3N2 pandemisine neden olduğuna inanılıyor. 1918 salgını kadar ölümcül olmasa da, H3N2 son derece bulaşıcıydı ve Hong Kong’da ilk bildirilen vakadan sonraki iki hafta içinde 500 bin kişi hastalığa yakalandı. Pandemi, küresel sağlık topluluğunun gelecekteki salgınları önlemede aşıların hayati rolünü anlamasına yardımcı oldu.

HIV/AIDS (1981-günümüz)

‘İnsan immün yetmezlik virüsü’ veya HIV, bağışıklık sistemine saldıran ve tarihsel olarak en sık korunmasız seks, doğum ve enjektörlerin paylaşımı neticesinde vücut sıvıları yoluyla bulaşan bir virüstür. HIV, zamanla bireyin HIV enfeksiyonunun en şiddetli formunu geliştireceği biçimde pek çok CD4 hücresini yok ederek, ‘edinilmiş immün yetmezlik sendromu’na (AIDS) yol açar. Bilinen ilk HIV vakası 1959 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde tanımlanmasına rağmen, hastalık 1980’lerin başında salgın seviyesine ulaştı. O zamandan beri, tahminen 75 milyon insan HIV ile enfekte oldu ve 35 milyon insan AIDS’ten öldü. Sadece 2005 yılında, yaklaşık 2.8 milyon insan AIDS’ten hayatını kaybetti; 4.1 milyon yeni hasta HIV ile enfekte oldu ve 38.6 milyon kişi HIV ile yaşıyordu. AIDS için bir tedavi olmamasına rağmen, antiretroviral terapi ilaçları HIV’i kontrol edebilir ve ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlatabilir; böylece, enfekte olmuş birinin uzun bir yaşam sürmesine izin verebilir. Basketbol süperstarı Magic Johnson, 1991 yılında NBA’den emekli olduğunda tarih yazdı ve o sırada HIV teşhisi konan, halkın tanıdığı en ünlü insan oldu. Johnson başarılı bir işadamı olarak yaşamaya devam ediyor.

SARS (2002-2003)

SARS veya ‘şiddetli akut solunum sendromu’, insanları enfekte edebilen yedi korona virüsünden birinin neden olduğu bir hastalıktır. 2003 yılında, Çin’in Guangdong eyaletinde ortaya çıkan bir salgın, toplam 26 ülkede süratle yayılarak, 8 binden fazla kişiye bulaştı ve 774’ünü öldürecek biçimde küresel bir salgın haline geldi. 2003 SARS pandemisinin sonuçları, etkilenen bölgelerin karantinaya alınması ve enfekte bireylerin izole edilmesi de dahil olmak üzere, küresel yetkililerin yoğun biçimde aldığı halk sağlığı önlemleri neticesinde büyük ölçüde sınırlandı. Yeni 2019 korona virüsünü inceleyen bilim insanları, genetik yapısının SARS virüsüyle yüzde 86,9 oranda aynı olduğunu buldular. SARS salgını, özellikle kamusal alanların düzenli olarak dezenfekte edildiği ve yüz maskelerinin gündelik bir araç haline geldiği Hong Kong’da, viral hastalık bulaşmasını önleme konusundaki farkındalığı artırdı.

DOMUZ GRİBİ VEYA ‘H1N1’ (2009-2010)

Grip virüsünün yeni bir formu 2009 yılında ortaya çıktı ve ABD’de yaklaşık 60.8 milyon kişiye bulaştı; salgın küresel bazda 151 bin 700 ilâ 575 bin 400 arasında ölüme neden oldu. ‘Domuz gribi’ olarak adlandırıldı; çünkü domuzlardan insanlara geçtiği ortaya çıkmıştı. H1N1, tipik grip salgınlarından farklıydı, zira virüse bağlı ölümlerin yüzde 80’i 65 yaşından daha genç insanlarda meydana geldi. Tipik olarak, grip salgınlarından kaynaklanan ölümlerin yüzde 70 ilâ yüzde 90’ı 65 yaşından büyüklerde görülmekteydi. ‘H1N1’, viral bir salgının 21’inci yüzyılda ne kadar hızlı yayılabileceğini dünyaya gösterdi ve bu da küresel toplumun gelecekte daha hızlı yanıt vermesi için ek hazırlıklara ihtiyaç duyacağını ortaya koydu. Domuz gribinin önemli bir mirası, gelişmiş sağlık sistemlerine sahip birçok ülkenin hızlı hareket eden, grip benzeri bir salgına karşı kalıcı savunmasızlığını ortaya koymasıydı.

EBOLA (2014-2016)

Ortaya çıktığı bölgenin yakınlarında bulunan nehrin adını alan Ebola virüsü, en modern pandemilere kıyasla sınırlı ama inanılmaz derecede ölümcül bir virüs. Salgın, 2014 yılında Gine’deki küçük bir köyde başladı ve Batı Afrik’daki bir avuç komşu ülkeye yayıldı. Gine, Liberya ve Sierra Leone’de hastalığa yakalanan çoğu vakada, virüs 28 bin 600 kişinin 11 bin 325’ini öldürdü. Aynı dönemde, Ebola hastalığına yakalanan ortalama 8 Amerikalıdan biri de aynı akıbete uğradı. Tıpkı “unutulmuş pandemi” Kolera gibi, Ebola da en yoksul ve buna karşı kendini savunmak için hiçbir donanıma sahip olmayan ülkelerde büyük bir yıkıma neden oldu.  

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.