Ali Aktaş
Köşe Yazarı
Ali Aktaş
 

Dünyada ve ülkemizde doğal kaynaklar azalıyor

Yaşadığımız çevrenin ve doğanın en büyük katili insanoğlunun kendisidir. Kendisine hayat veren ve nefes almasını sağlayan doğayı yok eden insanoğlu, aslında kendi hayatını da yok ettiğinin farkında değildir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkinin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. İlkçağ insanlarının doğaya yönelmelerinin temelinde doğaya egemen olma değil, onun bir parçası olma çabası vardır. İnsanın ihtiyaçları, birlikte toplu halde yaşamayı zorunlu kılmıştır. İnsan beslenme, barınma, ısınma gibi temel ihtiyaçlarını yerine getirebilmek için çevresinden faydalanır. İnsan binlerce yıldır, bu yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirirken çevresini de değiştirmektedir. Kapitalizm öncesi toplumlarda da doğanın tahribatı vardı. Yine de doğa, bu dönemde kendini yenileyebiliyordu. Kapitalizmle birlikte bu denge bozuldu. Sanayi devrimiyle birlikte başlayan sürecin devamında doğayı kontrol ederek gelişme ve büyüme modeli, doğal kaynakların ölçüsüz kullanımını artırmış ve özellikle sanayileşmenin yoğun olduğu alanlarda doğal tahribatı ciddi boyutlara taşımıştır. Bugün dünyada ve ülkemizde doğal kaynaklar azalıyor. Su, toprak ve hava kirleniyor. Canlı türleri hızla yok oluyor. İnsanlık bir iklim krizi ile karşı karşıya. İçinde bulunduğumuz bu küresel felakete üretmekten çok tüketmeyi esas alan ve dünya kapitalizminin son 40 yılına damgasını vuran Neo-liberalizmin etkisi büyüktür. Tarım alanlarını, dereleri, meraları, parkları, ormanları gözden çıkarıp imara açarak biyolojik çeşitliliğin yok olmasında büyük tehdit oluşturan bu politikalardan ülkemiz bitki örtüsü de payını almıştır. Yaklaşık 7 bin yıl önce ormanlık alanlar günümüz Türkiye yüzölçümünün %75'ini kaplarken tarih boyunca küçülen ormanlarımız, günümüzde ülke yüzölçümünün %27’sine gerilemiştir. Ülkemiz orman varlığı açısından yoksul, bitki örtüsü bakımından dünyadaki en zengin ülkelerden birisidir. Bu zenginliğin 1/3’ü endemik olmak üzere yaklaşık 12.000 bitki türüne sahiptir. Türkiye’de ise 4000 dolayında endemik bitkimiz var. Dünyada yalnızca bir yörede, bölgede ya da ülkede doğal olarak yaşayabilen canlı türleri ‘endemik’ olarak adlandırılır. Endemik canlı türlerinin o yöre, bölge ya da ülkedeki tüm türlere oranı ise endemizm oranı olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de endemizm oranının en yüksek olduğu coğrafi bölge Akdeniz bölgesidir. Bu bölge içinde özellikle Akdeniz'in batı ucundaki bölge (Muğla, Antalya, Burdur çevreleri), Orta Toroslar ve Taşeli platosu, Ermenek-Mut-Gülnar çevreleri, Bolkar-Aladağlar ve Amanos dağları sahip olduğu lokal yetişme ortamları nedeniyle çok sayıda endemik bitkiye sahiptir. Antalya, Akdeniz bölgesi içinde bünyesindeki bitki türü sayısı yönünden en zengin ilimiz. Türkiye’de günümüze kadar tespit edilen yaklaşık 12 bin bitki türünün dörtte biri Antalya il sınırları içerisinde yayılış göstermektedir. Daha da önemlisi bu bitki türlerinden 600'ü ülkemizde endemik. Yani bu türler ülkemiz dışında başka hiçbir ülkede yayılış göstermiyor ve ülkemize özgü. Antalya tek başına birçok Avrupa ülkesinden bile bitki türü sayısı bakımından daha zengin. Antalya'nın ülkemiz bitki çeşitliliğindeki önemi bununla da kalmıyor. İldeki 250 tür tamamen Antalya’ya özgü. Yani ülkemizin diğer illeri de dahil olmak üzere dünyada başka yerde yayılış göstermiyor. Bugün ülkemizde pek çok bitki türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bitki türlerinin nesillerini sürdürerek varlığını devam ettirmeleri tüm canlılar açısından önem arz etmektedir. Ancak izlenen politikalara iklim değişikliği de eklenince çevresel değerlerin kaybı büyüktür. Kapitalist sistemin yıkıcı politikalarının en tehlikelisi olan küresel ısınmanın sonucunda iklimin ortalama durumunda değişiklikler meydana gelir. Bu da iklim değişikliği olarak adlandırılmaktadır. Sera etkisi dünyamızın sürekli ısınmasına neden oluyor. Dünyamız eskiden 150 bin yılda 1 derece ısınırken, son 150 yılda 1 derece ısındı. Gezegenimizde son yıllarda yaşadığımız doğa felâketleri, büyük ölçüde dünyamızın 1 derece ısınması sonucu meydana geldi. Yapılan araştırmalara göre, iklim değişikliği ülkemizde en çok Akdeniz Havzasını etkiliyor. Bölgede sıcaklık artışı dünyanın diğer bölgelerine oranla daha yüksek gerçekleşiyor. Akdeniz Havzasındaki ortalama sıcaklıklar sanayi devrimi öncesindeki döneme kıyasla 1.5 derece arttı. Araştırmacılar sıcaklık artışlarının şu anki gibi devam etmesi durumunda yarım yüzyıl bile geçmeden canlı hayatının üçte birinin yok olacağını öngörüyor. Çevremizde kimse iyi bir gelecekten söz etmiyor. Herkes felaketlerden bahsediyor. Koronavirüs gibi salgınlar, iklim krizi, bir bütün olarak ekolojik kriz ve daha büyük bir felaket olan 6. büyük kitlesel yok oluş konuşuluyor. Doğa ve insanın birlikte hareket ederek uyum içinde olabilmesinin tek yolu, sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Kapitalizmin tüm dünyada bitmez tükenmez saldırısı sürerken ne kadar mümkün? Parçası olduğumuz gezegenimiz alarm vermeye devam ederken ulusal sınırlar içinde kalarak ekolojik kriz durdurulamaz. Ekolojik krizin çözümünde küresel eksenli olmayan hiç bir hareket başarılı olamaz. Dünyanın küresel bir köye dönüştüğü böylesi kritik bir eşikte, insanlığın ve tüm canlı hayatının kurtuluşu için, uluslararası mücadele ve dayanışmaya, örgütlü bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç kapitalizme karşı dünyanın ilerici güçlerini birleştirme, örgütleme ve harekete geçirmeyi hedeflemelidir. İlerici Enternasyonal benzeri girişimler bu amaca hizmet edebilir. Küresel saldırıya karşı dünya çapında bir ortak mücadele cephesi, emperyalist gericiliğe duvar olabilir. Onun çatısı altında mücadeleye omuz verilmelidir. Kaynaklar: Türkiye'nin Biyocoğrafyası (Güven Eken ve Murat Ataol) Akdeniz Bölgesi İçin Küresel Isınma Senaryoları ve Bitkiler Üzerindeki Olası Etkileri (Sertan Çevik - Ayşin Güzel Değer)
Ekleme Tarihi: 24 Ocak 2024 - Çarşamba

Dünyada ve ülkemizde doğal kaynaklar azalıyor

Yaşadığımız çevrenin ve doğanın en büyük katili insanoğlunun kendisidir. Kendisine hayat veren ve nefes almasını sağlayan doğayı yok eden insanoğlu, aslında kendi hayatını da yok ettiğinin farkında değildir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkinin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. İlkçağ insanlarının doğaya yönelmelerinin temelinde doğaya egemen olma değil, onun bir parçası olma çabası vardır. İnsanın ihtiyaçları, birlikte toplu halde yaşamayı zorunlu kılmıştır. İnsan beslenme, barınma, ısınma gibi temel ihtiyaçlarını yerine getirebilmek için çevresinden faydalanır. İnsan binlerce yıldır, bu yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirirken çevresini de değiştirmektedir.

Kapitalizm öncesi toplumlarda da doğanın tahribatı vardı. Yine de doğa, bu dönemde kendini yenileyebiliyordu. Kapitalizmle birlikte bu denge bozuldu. Sanayi devrimiyle birlikte başlayan sürecin devamında doğayı kontrol ederek gelişme ve büyüme modeli, doğal kaynakların ölçüsüz kullanımını artırmış ve özellikle sanayileşmenin yoğun olduğu alanlarda doğal tahribatı ciddi boyutlara taşımıştır.

Bugün dünyada ve ülkemizde doğal kaynaklar azalıyor. Su, toprak ve hava kirleniyor. Canlı türleri hızla yok oluyor. İnsanlık bir iklim krizi ile karşı karşıya. İçinde bulunduğumuz bu küresel felakete üretmekten çok tüketmeyi esas alan ve dünya kapitalizminin son 40 yılına damgasını vuran Neo-liberalizmin etkisi büyüktür. Tarım alanlarını, dereleri, meraları, parkları, ormanları gözden çıkarıp imara açarak biyolojik çeşitliliğin yok olmasında büyük tehdit oluşturan bu politikalardan ülkemiz bitki örtüsü de payını almıştır.

Yaklaşık 7 bin yıl önce ormanlık alanlar günümüz Türkiye yüzölçümünün %75'ini kaplarken tarih boyunca küçülen ormanlarımız, günümüzde ülke yüzölçümünün %27’sine gerilemiştir. Ülkemiz orman varlığı açısından yoksul, bitki örtüsü bakımından dünyadaki en zengin ülkelerden birisidir. Bu zenginliğin 1/3’ü endemik olmak üzere yaklaşık 12.000 bitki türüne sahiptir. Türkiye’de ise 4000 dolayında endemik bitkimiz var.

Dünyada yalnızca bir yörede, bölgede ya da ülkede doğal olarak yaşayabilen canlı türleri ‘endemik’ olarak adlandırılır. Endemik canlı türlerinin o yöre, bölge ya da ülkedeki tüm türlere oranı ise endemizm oranı olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de endemizm oranının en yüksek olduğu coğrafi bölge Akdeniz bölgesidir. Bu bölge içinde özellikle Akdeniz'in batı ucundaki bölge (Muğla, Antalya, Burdur çevreleri), Orta Toroslar ve Taşeli platosu, Ermenek-Mut-Gülnar çevreleri, Bolkar-Aladağlar ve Amanos dağları sahip olduğu lokal yetişme ortamları nedeniyle çok sayıda endemik bitkiye sahiptir.

Antalya, Akdeniz bölgesi içinde bünyesindeki bitki türü sayısı yönünden en zengin ilimiz. Türkiye’de günümüze kadar tespit edilen yaklaşık 12 bin bitki türünün dörtte biri Antalya il sınırları içerisinde yayılış göstermektedir. Daha da önemlisi bu bitki türlerinden 600'ü ülkemizde endemik. Yani bu türler ülkemiz dışında başka hiçbir ülkede yayılış göstermiyor ve ülkemize özgü. Antalya tek başına birçok Avrupa ülkesinden bile bitki türü sayısı bakımından daha zengin. Antalya'nın ülkemiz bitki çeşitliliğindeki önemi bununla da kalmıyor. İldeki 250 tür tamamen Antalya’ya özgü. Yani ülkemizin diğer illeri de dahil olmak üzere dünyada başka yerde yayılış göstermiyor.

Bugün ülkemizde pek çok bitki türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bitki türlerinin nesillerini sürdürerek varlığını devam ettirmeleri tüm canlılar açısından önem arz etmektedir. Ancak izlenen politikalara iklim değişikliği de eklenince çevresel değerlerin kaybı büyüktür.

Kapitalist sistemin yıkıcı politikalarının en tehlikelisi olan küresel ısınmanın sonucunda iklimin ortalama durumunda değişiklikler meydana gelir. Bu da iklim değişikliği olarak adlandırılmaktadır. Sera etkisi dünyamızın sürekli ısınmasına neden oluyor. Dünyamız eskiden 150 bin yılda 1 derece ısınırken, son 150 yılda 1 derece ısındı. Gezegenimizde son yıllarda yaşadığımız doğa felâketleri, büyük ölçüde dünyamızın 1 derece ısınması sonucu meydana geldi.

Yapılan araştırmalara göre, iklim değişikliği ülkemizde en çok Akdeniz Havzasını etkiliyor. Bölgede sıcaklık artışı dünyanın diğer bölgelerine oranla daha yüksek gerçekleşiyor. Akdeniz Havzasındaki ortalama sıcaklıklar sanayi devrimi öncesindeki döneme kıyasla 1.5 derece arttı. Araştırmacılar sıcaklık artışlarının şu anki gibi devam etmesi durumunda yarım yüzyıl bile geçmeden canlı hayatının üçte birinin yok olacağını öngörüyor. Çevremizde kimse iyi bir gelecekten söz etmiyor. Herkes felaketlerden bahsediyor. Koronavirüs gibi salgınlar, iklim krizi, bir bütün olarak ekolojik kriz ve daha büyük bir felaket olan 6. büyük kitlesel yok oluş konuşuluyor.

Doğa ve insanın birlikte hareket ederek uyum içinde olabilmesinin tek yolu, sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Kapitalizmin tüm dünyada bitmez tükenmez saldırısı sürerken ne kadar mümkün? Parçası olduğumuz gezegenimiz alarm vermeye devam ederken ulusal sınırlar içinde kalarak ekolojik kriz durdurulamaz. Ekolojik krizin çözümünde küresel eksenli olmayan hiç bir hareket başarılı olamaz. Dünyanın küresel bir köye dönüştüğü böylesi kritik bir eşikte, insanlığın ve tüm canlı hayatının kurtuluşu için, uluslararası mücadele ve dayanışmaya, örgütlü bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç kapitalizme karşı dünyanın ilerici güçlerini birleştirme, örgütleme ve harekete geçirmeyi hedeflemelidir. İlerici Enternasyonal benzeri girişimler bu amaca hizmet edebilir. Küresel saldırıya karşı dünya çapında bir ortak mücadele cephesi, emperyalist gericiliğe duvar olabilir. Onun çatısı altında mücadeleye omuz verilmelidir.

Kaynaklar:

Türkiye'nin Biyocoğrafyası (Güven Eken ve Murat Ataol)

Akdeniz Bölgesi İçin Küresel Isınma Senaryoları ve Bitkiler Üzerindeki Olası Etkileri (Sertan Çevik - Ayşin Güzel Değer)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.