Boş evler soğuk olur, demişti arkadaşım. Evet, boş evler soğuk olur; soğuk evler boş. İnsan sıcaklığının değmediği duvarlar ve duvarlarda eksilen insan sıcaklığı ayazlara davettir. Ve evlere dolan ayaz önce yürekleri vurur. Ellere aldanmayın, eller titremeyebilir ama yürekler hep titreme içindedir bu evlerde.
Ayaz yemiş bir yürek taşırken ve ayaza kesmiş bir haneye mahkumken hayat üşütür bizi, evler, hikayeler üşütür. Ayaza kesmiş evlerde sürdürülmeye çalışılan hayatlar ve hayatlarımızı harcadığımız buz gibi evler beyhude bir ömrün nişanesidir aslında.
Evet, boş evlerde harcıyoruz hayatımızı. Odalar yıldan yıla almaz olsa da kalabalıkları, içimizin boşluğunu doldurmaya yetmiyor bu; çünkü içimize sinmeyen bir hayat, içimizin boşluğuna, yüreklerimizin üşümesine en büyük sebep. Adımlarımızın bizi taşımak istemediği evler, aklımıza çok uygun ve fakat yüreğimize çöken isyanı dindirmeye kafi değil
Kimimiz soğukluğundan kaçıyoruz evlerin, kimiz ayazlar taşıyoruz evlere durmadan. Kimimiz de boş evlerin zemheri ayazında öylece duruyoruz: Dilimiz lal, dizlerimiz dermansız, elimiz kolumuz bağlı… Bizim olmayan bir hayatı, bizi hiç duymayanlar ve görmeyenler için yaşamaya devam ediyoruz. Başkalarının dertleri hiç aklımızdan çıkmazken kendimiz hiç aklımıza gelmiyoruz. Oysa kalbimize değmeyenlerin aklımızdan çıkmamaları ve bundan nemalanmaları hiç de adil değil.
Hayatlarımızın içini boşlatıp hanelerimize ayazlar bırakanlar yüreklerimizin sıcaklığını çalanlardır. Ve onlar, boş evlerde üşüyen bir yüreğe hükmeden zalimlerdir. Oysa biz, kalbimize değen ve kalbimizde eğlenen bir can isteriz yalnızca.
Nefesi nefesimizde, sesi sesimizde; yüreği yüreğimizde çoğalan,sıcaklığı hanemize sinmiş bir can hayatımıza sultandır, hayatımıza hayat katandır. Ve o, boş evleri doldurup soğuk evleri ısıtandır…