Eski tüfek, yeni kabza!

10.03.2020 - 18:32, Güncelleme: 07.12.2020 - 14:05
 

Eski tüfek, yeni kabza!

Siyaset eskiden ‘umut’tu; artık değil. Halen umutla siyaset yapanların olması bu tabloyu değiştirmiyor. Siyaset –özellikle son yıllarda- umut olmaktan iyice çıktı; profesyonel bir iş, ikbal kapısı, bir yerlere sızmanın aracı, ideolojisiz, renksiz, kokusuz bir şey haline geldi. CHP’nin içinde MHP’li, AKP’nin içinde İyi Partili, MHP’nin içinde AKP’li kaynıyor. Bu arada istasyon görevi gören, otogar gibi çalışan DSP türünden partiler de var ortalıkta. Etrafı kolaçan edip ilk gelen trene binmek isteyenlerin üşüştüğü sözde siyaset odakları… O yüzden bir partinin içinde bir diğer partinin, özellikle iktidar partisi AKP’nin söylemleriyle karşılaştığınızda hiç şaşırmayın. Mesela bir dolu CHP’linin ağzında ‘üst akıl’, ‘algı yönetimi’ gibi ifadeleri duyabilirsiniz, yadırgamanıza gerek yok. Malzeme bu… Birisi düdük çalıp, “haydi herkes yerine” dese binlerce kişi şu an konumlandıkları partileri terk edip, asıllarına dönecek. Ama öyle bir düdükçü yok.   Siyaset bir nostaljiye dönüştü   Siyasetin sınıfsal özünü, bilincini yitirdiği zaman geleceği nokta böyle bir şeydir zaten. Eski tüfeklerin, ‘cephe’ diye gördükleri partilerde halen savaşıyor olması bu durumu değiştirmiyor. Bu mücadele bir nostaljiden öteye gitmiyor. Zaten mücadele de değil ortalıkta duran; eski anıların içinde yaşayıp, hayatın halen aynı dinamiklerle devam ettiğini zannetme yanılgısı… Sadece günler, aylar, yıllar geçiyor boşu boşuna. İdeolojinin, sınıfsal duruşun ortadan kalktığı zaman dilimlerinde kişilere bakılarak pozisyon alınıyor sadece. Bir tür ‘loto’ oynanıyor yani… “O bir işe yaramaz”, “Falanca idare edemez”, “Bu işler filancanın harcı değil” sözlerinin altında, falancanın, filancanın geçmişte yaptığı yanlışlar, yüz vermemeler, yani tamamen kişisel, duygusal tepkiler yatıyor. Böyle bir fotoğrafın önünde durup siyaseti okumak da giderek zorlaşıyor. Aslında ‘zorlaşıyor’ cümlesi de içinde bir ‘umut’ barındırıyor. O nedenle daha net bir ifade kullanmak lazım: Siyaseti okumak artık anlamını yitirdi… Kimin kazanacağını bilin ve onun çevresinde konumlanın; yeter…   Bu tür siyaseti reddediyorum!   Peki siyaseti bir konumlanma, ikbal, doğru zamanda doğru yerde olma değil de, bir mevzi, bir cephe, bir duruş, bir dert, bir kaygı, hayali kurulan dünyaya götüren bir araç gibi görenler, yani bizim gibiler ne yapacak? İşte en zor soru… Geçmişe değil, geleceğe çalışmak en doğru yöntem gibi duruyor. Çünkü geçmişimiz bir cenaze merasimine dönüştü artık. Bedensel anlamda ölenlerden değil, ruhen ölenlerden, duygusunu, heyecanını yitirenlerden bahsediyorum. Onları konuşuyor, onları çekiştiriyor ve halen onlardan medet umuyoruz. Siyaseti bir tür ‘kelle hesabı’ olarak gördüğünüzde, algıladığınızda çıkacağınız sokak orasıdır zaten. Oysa biz bu tür siyaseti ve o siyasetin kurumlarını reddeden bir gelenekten geliyoruz. Mesele geleneği yok saymak değil, tam aksine diri tutmak, güncellemek, bugünün diline uyarlamaktır. Bugünü konuşalım…   Diyalektiği yeniden hatırlamak   Bütün bunlar aslında birilerine seslenmekten öte, ‘kendimle konuşma’. ‘Biz’in içindeki ‘ben’ olarak, bir camianın içindeki ‘birey’ olarak kendime soruyorum bu soruları. Bize dayatılan ya da önümüze konulan seçeneklerle, kişilerle, durumlar uğraşmak yerine, kendi gündemimizi üretmek, kendi sözümüzü söylemek mümkün mü? Geçmişteki güzel günlerimizin, güzel isyanımızın, güzel mücadelemizin günlerimizi oyalayan, keyiflendiren, gözlerimizi dolduran, bir anlık coşturan anılarından sıyrılıp, her yandan kuşatılmış cephemizi korumaktan ibaret ruh halini üzerimizden söküp, bütünü görmek, bütüne seslenmek gerekmiyor mu? O bütün de sınıfsal bakış açısıyla algılanabilir. Halen ve halen öyle algılanabilir; başka bir bakış açısı yok. ‘Diyalektik’ bizim koyduğumuz ve canımız istediği zaman kaldıracağımız bir kanunlar manzumesi değil. İşlemeye devam ediyor. Sadece bedenlerimizde, çevremizde, ağaçlarda, kuşlarda işlemiyor; toplumsal olaylarda, ekonomide, siyasette de işliyor. Hatta asıl oralardaki işleyişini görmemiz lazım. Çünkü diyalektik, hayatı, toplumu, sınıfları, sömürüyü, siyaseti, kısaca insanı anlamamız için elimize, zihnimize, gözlerimize verilmiş bir araçtır. O aracı kullanmaz hale gelince aklımız, fikrimiz, rotamız karışıyor. Ne yöne yürüyeceğimizi şaşıyoruz işte bugünlerde olduğu gibi…  

Siyaset eskiden ‘umut’tu; artık değil. Halen umutla siyaset yapanların olması bu tabloyu değiştirmiyor. Siyaset –özellikle son yıllarda- umut olmaktan iyice çıktı; profesyonel bir iş, ikbal kapısı, bir yerlere sızmanın aracı, ideolojisiz, renksiz, kokusuz bir şey haline geldi. CHP’nin içinde MHP’li, AKP’nin içinde İyi Partili, MHP’nin içinde AKP’li kaynıyor. Bu arada istasyon görevi gören, otogar gibi çalışan DSP türünden partiler de var ortalıkta. Etrafı kolaçan edip ilk gelen trene binmek isteyenlerin üşüştüğü sözde siyaset odakları… O yüzden bir partinin içinde bir diğer partinin, özellikle iktidar partisi AKP’nin söylemleriyle karşılaştığınızda hiç şaşırmayın. Mesela bir dolu CHP’linin ağzında ‘üst akıl’, ‘algı yönetimi’ gibi ifadeleri duyabilirsiniz, yadırgamanıza gerek yok. Malzeme bu… Birisi düdük çalıp, “haydi herkes yerine” dese binlerce kişi şu an konumlandıkları partileri terk edip, asıllarına dönecek. Ama öyle bir düdükçü yok.

 

Siyaset bir nostaljiye dönüştü

 

Siyasetin sınıfsal özünü, bilincini yitirdiği zaman geleceği nokta böyle bir şeydir zaten. Eski tüfeklerin, ‘cephe’ diye gördükleri partilerde halen savaşıyor olması bu durumu değiştirmiyor. Bu mücadele bir nostaljiden öteye gitmiyor. Zaten mücadele de değil ortalıkta duran; eski anıların içinde yaşayıp, hayatın halen aynı dinamiklerle devam ettiğini zannetme yanılgısı… Sadece günler, aylar, yıllar geçiyor boşu boşuna. İdeolojinin, sınıfsal duruşun ortadan kalktığı zaman dilimlerinde kişilere bakılarak pozisyon alınıyor sadece. Bir tür ‘loto’ oynanıyor yani… “O bir işe yaramaz”, “Falanca idare edemez”, “Bu işler filancanın harcı değil” sözlerinin altında, falancanın, filancanın geçmişte yaptığı yanlışlar, yüz vermemeler, yani tamamen kişisel, duygusal tepkiler yatıyor. Böyle bir fotoğrafın önünde durup siyaseti okumak da giderek zorlaşıyor. Aslında ‘zorlaşıyor’ cümlesi de içinde bir ‘umut’ barındırıyor. O nedenle daha net bir ifade kullanmak lazım: Siyaseti okumak artık anlamını yitirdi… Kimin kazanacağını bilin ve onun çevresinde konumlanın; yeter…

 

Bu tür siyaseti reddediyorum!

 

Peki siyaseti bir konumlanma, ikbal, doğru zamanda doğru yerde olma değil de, bir mevzi, bir cephe, bir duruş, bir dert, bir kaygı, hayali kurulan dünyaya götüren bir araç gibi görenler, yani bizim gibiler ne yapacak? İşte en zor soru… Geçmişe değil, geleceğe çalışmak en doğru yöntem gibi duruyor. Çünkü geçmişimiz bir cenaze merasimine dönüştü artık. Bedensel anlamda ölenlerden değil, ruhen ölenlerden, duygusunu, heyecanını yitirenlerden bahsediyorum. Onları konuşuyor, onları çekiştiriyor ve halen onlardan medet umuyoruz. Siyaseti bir tür ‘kelle hesabı’ olarak gördüğünüzde, algıladığınızda çıkacağınız sokak orasıdır zaten. Oysa biz bu tür siyaseti ve o siyasetin kurumlarını reddeden bir gelenekten geliyoruz. Mesele geleneği yok saymak değil, tam aksine diri tutmak, güncellemek, bugünün diline uyarlamaktır. Bugünü konuşalım…

 

Diyalektiği yeniden hatırlamak

 

Bütün bunlar aslında birilerine seslenmekten öte, ‘kendimle konuşma’. ‘Biz’in içindeki ‘ben’ olarak, bir camianın içindeki ‘birey’ olarak kendime soruyorum bu soruları. Bize dayatılan ya da önümüze konulan seçeneklerle, kişilerle, durumlar uğraşmak yerine, kendi gündemimizi üretmek, kendi sözümüzü söylemek mümkün mü? Geçmişteki güzel günlerimizin, güzel isyanımızın, güzel mücadelemizin günlerimizi oyalayan, keyiflendiren, gözlerimizi dolduran, bir anlık coşturan anılarından sıyrılıp, her yandan kuşatılmış cephemizi korumaktan ibaret ruh halini üzerimizden söküp, bütünü görmek, bütüne seslenmek gerekmiyor mu? O bütün de sınıfsal bakış açısıyla algılanabilir. Halen ve halen öyle algılanabilir; başka bir bakış açısı yok. ‘Diyalektik’ bizim koyduğumuz ve canımız istediği zaman kaldıracağımız bir kanunlar manzumesi değil. İşlemeye devam ediyor. Sadece bedenlerimizde, çevremizde, ağaçlarda, kuşlarda işlemiyor; toplumsal olaylarda, ekonomide, siyasette de işliyor. Hatta asıl oralardaki işleyişini görmemiz lazım. Çünkü diyalektik, hayatı, toplumu, sınıfları, sömürüyü, siyaseti, kısaca insanı anlamamız için elimize, zihnimize, gözlerimize verilmiş bir araçtır. O aracı kullanmaz hale gelince aklımız, fikrimiz, rotamız karışıyor. Ne yöne yürüyeceğimizi şaşıyoruz işte bugünlerde olduğu gibi…

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.