Dış politikası tutarsız bir ülkede turizm yapmak

TURİZM 21.06.2021 - 12:18, Güncelleme: 21.06.2021 - 12:18
 

Dış politikası tutarsız bir ülkede turizm yapmak

Söze Sedat Peker’in “Hangi ülkeye gideyim? Kavga etmediğiniz ülke mi var?” sorusuyla başlamak gerekiyor sanırım. Burada da mı Peker diyeceksiniz biliyorum; ama naçizane 25 yıldır turizmin içinde çeşitli işlerde görev almış aktif bir çalışan olarak söylüyorum. Adam haklı!

Turizm sektörü, sanayi ve finans sektörü gibi hukukla çok yakın ilişkilidir; ancak ülkelerin dış politikalardaki istikrarına göbekten bağlı olması, sektörü daha hassas kılıyor. Birçok ülkenin turizmi uluslararası krizlerden çok sert etkilenir. Özellikle de finansal krizlerden. Ancak devlet yapısı ve siyaseti oturmuşsa ve bir rutin içinde işliyorsa, çok çabuk toparlanır. Türkiye’de turizm yapmak bulanık suda balık avlamak gibidir ne yazık ki. En azından benim şahit olduğum durum bu.  Barışık dış politika neden önemli? Herkese malum olan, yaşadığımız birçok krizi burada tekrarlamak istemiyorum. Bundan ve bunun çözümsüzlüğünden herkes gibi aktif bir turizm çalışanı olarak ben de sıkıldım. Sektördeki mevcut birçok meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu bu durumu sürekli dile getirdi. Ve hala bu bağlamda saygıyı hak eden mücadelelerine devam ediyor. Bireysel olarak ve kurumsal olarak herkes ciddi çaba içerisinde.  Çalışanlar, bu yüklü faturayı çoğunlukla göğüsledi. Yatırımcılar, sektörü ayakta tutabilmek için herkesten fazla mesai harcadı. Ancak yetmiyor. Bu çabalar, yüksek oranda sonuçsuz kalıyor. Neden? Burada gene başa dönmemiz gerekiyor. Turizm hareketliliği önce yakın ilişkilerden başlar. Bu yakınlık hem coğrafi hem de siyasi ilişkiler açısından yakınlık anlamına gelir. Ülkenin politikaları, süreklilik arz eden devlet geleneği içerisinde devam etmiyorsa, istikrardan bahsetmemiz zorlaşır. İstikrarsızlık ve güven ortamı sağlayamama algısı önemlidir elbet; fakat bu durum tatil tüketicisini belli bir oranda etkiler. Ülkelerin siyasi olarak kavgaları ise tatil tüketicisinin teknik olarak hareket etmesini engeller daha çok. Bunun içerisinde siyasi manipülasyonlar kadar, ulaşım araçlarının kısıtlanması ya da yasaklanması yer alıyor. Pandemi sürecinde sektör nasıl etkilendi? 1990’lı yılların ortalarından bu yana, Rusya’nın özellikle Akdeniz turizmi başta olmak üzere, ülkemizde majör rol üstlendiğini hemen herkes biliyor. Son birkaç yıl içerisinde Rusya ile yaşadığımız her kriz sektörde derin izler bıraktı. Sonra toparlandı. Tam oturacak derken başka kriz çıktı. İstikrar ve barışık politika anlayışı dışında ne varsa yaşadık. Şu anda da yaşıyoruz. Bu kadar sorunlu ortamda iş yapan yatırımcılar ve çalışanlar pandemiyle beraber iyice dip yaptı. Birçok ülke durumu daha hafif sıyrıklarla atlatmaya çalışırken, bizde durum tersi oldu. Pandemi sürecini doğru yönetemedik. Başta Rusya olmak üzere birçok ülkeyle yeni siyasi krizler çıkardık. Her şey üst üste gelince, zaten yanlış olan, “fiyat düşürerek rekabet etme politikasına” rağmen birçok tesis sezon açılışı yapamıyor. Küçük otellerse sadece günü kurtarmak için çırpınıyor.  Gelen misafirlere ne sunuyoruz? Turizm profesyonelleri büyük çaba ile ülkeye ziyaretçi getirmeye çalışırken, emekçiler onları memnun etmek için koşuştururken, dışarı çıkan turist polis devleti görüyor sadece. Birçok insanın alışık olmadığı bir manzara… Ülkemizin turizm politikasının en yanlış olduğu noktaların başında bu geliyor. Öyle ki Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, adeta  (ve şimdilerde bekçiler de) uzun namlulu polislerin volta attığı yer haline geldi. Galatasaray Meydanı’nı çevirdiler. Tünel’e zabıta, polis ve belediye ekipleri üs kurdu. İstiklal Caddesi’nde polis ve zabıta araçları siren çalarak hız denemesi yapıyor. Orayı otoparka çevirdiler. Son olarak da en kıymetli turist lokasyonu olan Sultanahmet… Gelen ziyaretçilerin üstü aranıyor. Valizleri açılıyor. Sokak ortasında eziyet yani. Orası da artık polis merkezi oldu. Oysa ziyaretçilerin kendi ülkelerinde, özellikle turizm merkezlerinde bu denli üniformalı ve silahlı insanla karşılaşmış olduklarını sanmıyorum. Madem bir turizm istikrarı yok, o halde en azında sektör içerisinden gelen bireysel çabalara saygı duyulmalı. Turizm hizmet kadar, imaj işidir Ülkemizdeki tesislerin kalitesi artık tartışılmayacak kadar iyi olsa da, dışarıdan bakınca insanın ilk aklına gelen şey ülkenin imajıdır. Yani ilk resim. Ve bu resmin oluşması on yıllar alıyor. Kültürel, coğrafi, siyasal ve hukuksal imaj kadar insanımızın mutlu görünmesi de bu bütünlüğün oluşmasında etkilidir. Özellikle son yıllarda, bireysel gezginlerin gözle görülür oranda arttığını biliyoruz. Bilgiye ulaşmanın bu kadar hızlı olduğu bir çağda, gezginler gerçek kişi deneyimlerine çok önem veriyor. Yani gelen ziyaretçi imajımız hakkındaki yorumunu diğer gezginlerle paylaşıyor. Bilindiği gibi otelciler konuk yorumlarına çok önem vermeye başladı. Ama unuttuğumuz şey ülke hakkındaki yorumlara kim dikkat edecek, kim özenecek kısmıdır.  Otelcilerin çabası sadece kendi gemilerini yüzdürmeye yetiyor. Ancak ülke içindeki, her alanda insan merkezli düşünerek hareket etme politikasının oluşması, siyasi yönetimleri elinde tutan kurumlara ve o kurumların işleyişini belirleyen düzenlemelere bağlıdır. Peki ne yapmak gerekiyor? Hani bir klişe vardır: “top yekûn turizm seferberliği ya da atağı…” Militarizm o kadar yüksek dozda verilmeye çalışılıyor ki, en insani, en kültürel, en sosyal, en hukuksal alanlarda bile görüyoruz. Oysa, yazının başlarında da belirttiğim gibi, bizim asıl sorunumuz bu “ilk resim.”  Hızla sivilleşmemiz gerekiyor. Örneğin; ülkede polis, asker, özel güvenlik varken neden bekçilere ihtiyaç duyuldu? Bunun yerine uzun vadede kazandıran ve süreklilik arz eden turizm personelinin şartları iyileştirilebilirdi. İç kamuoyunun da rahatsız olduğu, insan hakları, hukuk, ekonomi gibi konular başta olmak üzere, samimi düzenlemeler yapmak ve uygulamak ve vatandaşlarımızın kendini değerli hissetmesini sağlamak gerekiyor. Gençliğinin yüzde 60’ının ülkeden, çalışanlarının büyük bir çoğunluğunun sektörden kaçmayı düşündüğü, pasaportunun dünyanın en değersizler listesinin başlarında yer aldığı,  bir ülkeye turist nasıl gelsin? Oysa büyük oranda yerel halktan oluşan turizm çalışanları, ülke imajının en etkili yansımasıdır. Toplumsal çöküş içerisinde sürükleniyor olmaları, turizmin geleceğine en büyük kötülüktür. Misafire karşı gülümsemeye zorlanılması, sorunların sadece üstünü kapatır; ama asla çözmez. Turist en çok kendisine servis veren personele güvenir ve inanır. Bu noktayı atlamak demek, her şeyi baştan yanlış yapmak demektir. Turizm çalışanlarının mutsuzluk sebebini bulup çözmek şarttır. Ülkelerin fiziki sınırları ortadan kalkıyor Burada çok kısa olarak,  yeni tip gezginlerden de bahsetmek gerekir belki. Çünkü yeni dünya düzenindeki gezgin davranışları da önümüze çözülmemiş bir sorun olarak çıkabilir.  Bu konuda bazı işletmeciler gerekli alt yapı yatırımlarını yapsa da yetmiyor. Her şeyden önce bu algının oluşması gerekiyor. Gelecek bilimciler, ülkelerin fiziki sınırlarının ortadan kalkacağı konusunda hemfikir görünüyorlar. Yeni kuşakların tercihleri de, davranışları da, geleneksel yöntemlerden çok uzakta görünüyor. Turizm görece olarak gezginler tarafından yönlendiriliyorsa eğer; bu yeni tip gezginleri iyi analiz etmek gerekiyor. Kullandıkları ödeme ve satın alma şekilleri, pasaportları, hayal ettikleri tatil anlayışı, konaklama yerindeki talepleri, onlarla nasıl iletişim kurulacağı gibi birçok konuda ön görüde bulunmak ve buna göre pozisyon almak gerekiyor. Yani ikna etmekten daha çok, alternatif sunmaktan bahsediyorum. Turizm yatırımı deneyim ve yeterlilik ister Tek işi turizm olan işletmecilerin yanı sıra, farklı sektörlerden de turizm yatırımı yapan şirketler var. Sadece turizm yapan yatırımcılar, bazı konuları belli bir ölçüde çözmüş gibi görünseler de, insan kaynakları noktasında çok yol almaları gerektiğini düşünenlerdenim. Tesislerine yaptıkları fiziki yatırım kadar, çalışanlarına da belli bir ölçüde bir şeyler kazandırmaları önemlidir. İnşaat, tarım, sanayii, enerji vs. işlerde uzmanlaşmış bazı şirketlerin turizm yatırımlarını ise farklı bir başlık altında ele almalıyız. Tabi ki yatırımcı girmiş olduğu bu alanda, en kestirme yoldan riskini azaltmak ister. Bunu anlayabiliriz. Fakat turizmde asıl üretim aracı makine değil, insandır. Yani en az fabrikalarında makinelerine verdikleri değer kadar, turizm tesislerindeki çalışanları da düşünmek gerekir. Markalaşma kriterlerinin başında, uzun vadede emin adımlarla ilerleyip, bir mikro kültür oluşturmak geliyor. Turizm kendi içerisinde özerk bir yapıya sahiptir. Ve yatırımcıların sadece kâğıt üzerinde yapmış oldukları fizibilite verileri ile yola çıkılamayacak kadar hassastır. Sevmek, gönül vermek gerekir. Özveri, yeterlilik ve deneyim gerekir.  Örneğin devletten ihale almak isteyen bir taahhüt firmasından ihale şartnamesine göre o alanda belli bir oranda “iş bitirme belgesi” isteniyor. Yani inşaat işinde firmadan deneyim istiyorlar; ancak çok komplike, ve bir çok mesleğin konsolide bir şekilde icra edildiği turizm tesislerinde işler bu kadar sıkı tutulmuyor. Ziyaretçiler ülkenin misafiridirler Başta yazdığım konuya tekrar dönerek bitireyim. Turizm, diğer bir çok sektörle sorun ve çözüm noktasında benzerlik gösterse de, bir bu kadar noktada da ayrışıyor. Turizm yatırımı deneyim ve farkındalık ister. Kültürel çekicilik kadar, mutlu toplum-mutlu birey, barışçıl ve istikrarlı devlet geleneği, dış politika tutarlılığı asıl etkendir. Devletin müdahil olması önemlidir. Çünkü gelen ziyaretçiler, her şeyden önce devletin misafirleridir. Turistlerin tercih etme kriterleri arasında, “ güvenli hissetme isteğinden” hiç bahsetmemiş olmam bu konuyu atlamış olmam anlamına gelmez. Aksine güvenliğin “güvenlik kuvvetleri” olarak algılanmasına serzenişte bulunanlardanım. Dünyanın cazibesi en yüksek ülkelerinde ordunun ne kadar sembolik olduğunu bilmeyen yoktur.  Ama güvenlik sorunu yoktur. Ve suç oranları düşüktür. Güvenlik önlemleri almak bir şeyin sebebi değil sonucudur. Hıdır Duru
Söze Sedat Peker’in “Hangi ülkeye gideyim? Kavga etmediğiniz ülke mi var?” sorusuyla başlamak gerekiyor sanırım. Burada da mı Peker diyeceksiniz biliyorum; ama naçizane 25 yıldır turizmin içinde çeşitli işlerde görev almış aktif bir çalışan olarak söylüyorum. Adam haklı!

Turizm sektörü, sanayi ve finans sektörü gibi hukukla çok yakın ilişkilidir; ancak ülkelerin dış politikalardaki istikrarına göbekten bağlı olması, sektörü daha hassas kılıyor. Birçok ülkenin turizmi uluslararası krizlerden çok sert etkilenir. Özellikle de finansal krizlerden. Ancak devlet yapısı ve siyaseti oturmuşsa ve bir rutin içinde işliyorsa, çok çabuk toparlanır. Türkiye’de turizm yapmak bulanık suda balık avlamak gibidir ne yazık ki. En azından benim şahit olduğum durum bu. 

Barışık dış politika neden önemli?

Herkese malum olan, yaşadığımız birçok krizi burada tekrarlamak istemiyorum. Bundan ve bunun çözümsüzlüğünden herkes gibi aktif bir turizm çalışanı olarak ben de sıkıldım. Sektördeki mevcut birçok meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu bu durumu sürekli dile getirdi. Ve hala bu bağlamda saygıyı hak eden mücadelelerine devam ediyor. Bireysel olarak ve kurumsal olarak herkes ciddi çaba içerisinde.  Çalışanlar, bu yüklü faturayı çoğunlukla göğüsledi. Yatırımcılar, sektörü ayakta tutabilmek için herkesten fazla mesai harcadı. Ancak yetmiyor. Bu çabalar, yüksek oranda sonuçsuz kalıyor. Neden? Burada gene başa dönmemiz gerekiyor. Turizm hareketliliği önce yakın ilişkilerden başlar. Bu yakınlık hem coğrafi hem de siyasi ilişkiler açısından yakınlık anlamına gelir. Ülkenin politikaları, süreklilik arz eden devlet geleneği içerisinde devam etmiyorsa, istikrardan bahsetmemiz zorlaşır. İstikrarsızlık ve güven ortamı sağlayamama algısı önemlidir elbet; fakat bu durum tatil tüketicisini belli bir oranda etkiler. Ülkelerin siyasi olarak kavgaları ise tatil tüketicisinin teknik olarak hareket etmesini engeller daha çok. Bunun içerisinde siyasi manipülasyonlar kadar, ulaşım araçlarının kısıtlanması ya da yasaklanması yer alıyor.

Pandemi sürecinde sektör nasıl etkilendi?

1990’lı yılların ortalarından bu yana, Rusya’nın özellikle Akdeniz turizmi başta olmak üzere, ülkemizde majör rol üstlendiğini hemen herkes biliyor. Son birkaç yıl içerisinde Rusya ile yaşadığımız her kriz sektörde derin izler bıraktı. Sonra toparlandı. Tam oturacak derken başka kriz çıktı. İstikrar ve barışık politika anlayışı dışında ne varsa yaşadık. Şu anda da yaşıyoruz. Bu kadar sorunlu ortamda iş yapan yatırımcılar ve çalışanlar pandemiyle beraber iyice dip yaptı. Birçok ülke durumu daha hafif sıyrıklarla atlatmaya çalışırken, bizde durum tersi oldu. Pandemi sürecini doğru yönetemedik. Başta Rusya olmak üzere birçok ülkeyle yeni siyasi krizler çıkardık. Her şey üst üste gelince, zaten yanlış olan, “fiyat düşürerek rekabet etme politikasına” rağmen birçok tesis sezon açılışı yapamıyor. Küçük otellerse sadece günü kurtarmak için çırpınıyor. 

Gelen misafirlere ne sunuyoruz?

Turizm profesyonelleri büyük çaba ile ülkeye ziyaretçi getirmeye çalışırken, emekçiler onları memnun etmek için koşuştururken, dışarı çıkan turist polis devleti görüyor sadece. Birçok insanın alışık olmadığı bir manzara… Ülkemizin turizm politikasının en yanlış olduğu noktaların başında bu geliyor. Öyle ki Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, adeta  (ve şimdilerde bekçiler de) uzun namlulu polislerin volta attığı yer haline geldi. Galatasaray Meydanı’nı çevirdiler. Tünel’e zabıta, polis ve belediye ekipleri üs kurdu. İstiklal Caddesi’nde polis ve zabıta araçları siren çalarak hız denemesi yapıyor. Orayı otoparka çevirdiler. Son olarak da en kıymetli turist lokasyonu olan Sultanahmet… Gelen ziyaretçilerin üstü aranıyor. Valizleri açılıyor. Sokak ortasında eziyet yani. Orası da artık polis merkezi oldu. Oysa ziyaretçilerin kendi ülkelerinde, özellikle turizm merkezlerinde bu denli üniformalı ve silahlı insanla karşılaşmış olduklarını sanmıyorum. Madem bir turizm istikrarı yok, o halde en azında sektör içerisinden gelen bireysel çabalara saygı duyulmalı.

Turizm hizmet kadar, imaj işidir

Ülkemizdeki tesislerin kalitesi artık tartışılmayacak kadar iyi olsa da, dışarıdan bakınca insanın ilk aklına gelen şey ülkenin imajıdır. Yani ilk resim. Ve bu resmin oluşması on yıllar alıyor. Kültürel, coğrafi, siyasal ve hukuksal imaj kadar insanımızın mutlu görünmesi de bu bütünlüğün oluşmasında etkilidir. Özellikle son yıllarda, bireysel gezginlerin gözle görülür oranda arttığını biliyoruz. Bilgiye ulaşmanın bu kadar hızlı olduğu bir çağda, gezginler gerçek kişi deneyimlerine çok önem veriyor. Yani gelen ziyaretçi imajımız hakkındaki yorumunu diğer gezginlerle paylaşıyor. Bilindiği gibi otelciler konuk yorumlarına çok önem vermeye başladı. Ama unuttuğumuz şey ülke hakkındaki yorumlara kim dikkat edecek, kim özenecek kısmıdır.  Otelcilerin çabası sadece kendi gemilerini yüzdürmeye yetiyor. Ancak ülke içindeki, her alanda insan merkezli düşünerek hareket etme politikasının oluşması, siyasi yönetimleri elinde tutan kurumlara ve o kurumların işleyişini belirleyen düzenlemelere bağlıdır.

Peki ne yapmak gerekiyor?

Hani bir klişe vardır: “top yekûn turizm seferberliği ya da atağı…” Militarizm o kadar yüksek dozda verilmeye çalışılıyor ki, en insani, en kültürel, en sosyal, en hukuksal alanlarda bile görüyoruz. Oysa, yazının başlarında da belirttiğim gibi, bizim asıl sorunumuz bu “ilk resim.”  Hızla sivilleşmemiz gerekiyor. Örneğin; ülkede polis, asker, özel güvenlik varken neden bekçilere ihtiyaç duyuldu? Bunun yerine uzun vadede kazandıran ve süreklilik arz eden turizm personelinin şartları iyileştirilebilirdi.

İç kamuoyunun da rahatsız olduğu, insan hakları, hukuk, ekonomi gibi konular başta olmak üzere, samimi düzenlemeler yapmak ve uygulamak ve vatandaşlarımızın kendini değerli hissetmesini sağlamak gerekiyor. Gençliğinin yüzde 60’ının ülkeden, çalışanlarının büyük bir çoğunluğunun sektörden kaçmayı düşündüğü, pasaportunun dünyanın en değersizler listesinin başlarında yer aldığı,  bir ülkeye turist nasıl gelsin? Oysa büyük oranda yerel halktan oluşan turizm çalışanları, ülke imajının en etkili yansımasıdır. Toplumsal çöküş içerisinde sürükleniyor olmaları, turizmin geleceğine en büyük kötülüktür. Misafire karşı gülümsemeye zorlanılması, sorunların sadece üstünü kapatır; ama asla çözmez. Turist en çok kendisine servis veren personele güvenir ve inanır. Bu noktayı atlamak demek, her şeyi baştan yanlış yapmak demektir. Turizm çalışanlarının mutsuzluk sebebini bulup çözmek şarttır.

Ülkelerin fiziki sınırları ortadan kalkıyor

Burada çok kısa olarak,  yeni tip gezginlerden de bahsetmek gerekir belki. Çünkü yeni dünya düzenindeki gezgin davranışları da önümüze çözülmemiş bir sorun olarak çıkabilir.  Bu konuda bazı işletmeciler gerekli alt yapı yatırımlarını yapsa da yetmiyor. Her şeyden önce bu algının oluşması gerekiyor. Gelecek bilimciler, ülkelerin fiziki sınırlarının ortadan kalkacağı konusunda hemfikir görünüyorlar. Yeni kuşakların tercihleri de, davranışları da, geleneksel yöntemlerden çok uzakta görünüyor. Turizm görece olarak gezginler tarafından yönlendiriliyorsa eğer; bu yeni tip gezginleri iyi analiz etmek gerekiyor. Kullandıkları ödeme ve satın alma şekilleri, pasaportları, hayal ettikleri tatil anlayışı, konaklama yerindeki talepleri, onlarla nasıl iletişim kurulacağı gibi birçok konuda ön görüde bulunmak ve buna göre pozisyon almak gerekiyor. Yani ikna etmekten daha çok, alternatif sunmaktan bahsediyorum.

Turizm yatırımı deneyim ve yeterlilik ister

Tek işi turizm olan işletmecilerin yanı sıra, farklı sektörlerden de turizm yatırımı yapan şirketler var. Sadece turizm yapan yatırımcılar, bazı konuları belli bir ölçüde çözmüş gibi görünseler de, insan kaynakları noktasında çok yol almaları gerektiğini düşünenlerdenim. Tesislerine yaptıkları fiziki yatırım kadar, çalışanlarına da belli bir ölçüde bir şeyler kazandırmaları önemlidir. İnşaat, tarım, sanayii, enerji vs. işlerde uzmanlaşmış bazı şirketlerin turizm yatırımlarını ise farklı bir başlık altında ele almalıyız. Tabi ki yatırımcı girmiş olduğu bu alanda, en kestirme yoldan riskini azaltmak ister. Bunu anlayabiliriz. Fakat turizmde asıl üretim aracı makine değil, insandır. Yani en az fabrikalarında makinelerine verdikleri değer kadar, turizm tesislerindeki çalışanları da düşünmek gerekir. Markalaşma kriterlerinin başında, uzun vadede emin adımlarla ilerleyip, bir mikro kültür oluşturmak geliyor. Turizm kendi içerisinde özerk bir yapıya sahiptir. Ve yatırımcıların sadece kâğıt üzerinde yapmış oldukları fizibilite verileri ile yola çıkılamayacak kadar hassastır. Sevmek, gönül vermek gerekir. Özveri, yeterlilik ve deneyim gerekir.  Örneğin devletten ihale almak isteyen bir taahhüt firmasından ihale şartnamesine göre o alanda belli bir oranda “iş bitirme belgesi” isteniyor. Yani inşaat işinde firmadan deneyim istiyorlar; ancak çok komplike, ve bir çok mesleğin konsolide bir şekilde icra edildiği turizm tesislerinde işler bu kadar sıkı tutulmuyor.

Ziyaretçiler ülkenin misafiridirler

Başta yazdığım konuya tekrar dönerek bitireyim. Turizm, diğer bir çok sektörle sorun ve çözüm noktasında benzerlik gösterse de, bir bu kadar noktada da ayrışıyor. Turizm yatırımı deneyim ve farkındalık ister. Kültürel çekicilik kadar, mutlu toplum-mutlu birey, barışçıl ve istikrarlı devlet geleneği, dış politika tutarlılığı asıl etkendir. Devletin müdahil olması önemlidir. Çünkü gelen ziyaretçiler, her şeyden önce devletin misafirleridir. Turistlerin tercih etme kriterleri arasında, “ güvenli hissetme isteğinden” hiç bahsetmemiş olmam bu konuyu atlamış olmam anlamına gelmez. Aksine güvenliğin “güvenlik kuvvetleri” olarak algılanmasına serzenişte bulunanlardanım. Dünyanın cazibesi en yüksek ülkelerinde ordunun ne kadar sembolik olduğunu bilmeyen yoktur.  Ama güvenlik sorunu yoktur. Ve suç oranları düşüktür. Güvenlik önlemleri almak bir şeyin sebebi değil sonucudur.

Hıdır Duru

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.