Ne sağcıyız, ne solcu, Acuncuyuz Acuncu

GÜNDEM 25.12.2021 - 13:15, Güncelleme: 25.12.2021 - 13:15
 

Ne sağcıyız, ne solcu, Acuncuyuz Acuncu

Aziz Nesin’in 1962 yılında çıkardığı haftalık mizah gazetesi Zübük’ün sloganı hafızalara kazındı: “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu”. Bu sloganı güncellemek gerek.

İdris Özyol- Aziz Nesin’in 1962 yılında çıkardığı haftalık mizah gazetesi Zübük’ün sloganı hafızalara kazındı: “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu”. Bu sloganı güncellemek gerek. Çağımızın hakim siyasi görüşü artık ‘Acunizm’. Sadece Acun Ilıcalı’nın televizyonuyla sınırlı değil bu ideoloji. Merkez üssü orası, ama başka kanallara da yayılan bir zamane illüzyonundan bahsediyoruz. Aslında televizyon hep bu işlevi gördü, halkı uyutmak, memleket soyulurken vur patlasın, çal oynasın eğlencelerle millete göbek attırmak, gemi batarken kahkaha attırmak televizyonun işlevi. O yüzden bir vakitler ‘aptal kutusu’ deniyordu televizyona. İzleyenleri küçümseyen, hatta aşağılayan, tepeden bakan bir ifade olmakla birlikte, televizyona karşı kitleleri uyarmayı amaçlayan bir tür tokat gibi de görülebilir bu ifade. Haklılık payı oldukça yüksek.   Her gün havyar yiyen halkımız   Sadece Acun’un kanalıyla sınırlı değil dedik ya, katilleri Müge Anlı’nın yakaladığı, çiftleri Esra Erol’un boşadığı, Kırkpınar’ın yerini Survivor’ın aldığı, mutfağına peynir sokamayan vatandaşın “en iyi bifteği kim pişiriyor?” diye ekrana kilitlendiği, havyarın, ahtapotun, lüferin beyaz camda izlendiği bir ülke düşünün işte… Topluma yararlılık ölçütü ekranda boy göstermek. Din, iman, ahlak, ideoloji, siyaset, vicdan, adalet, hak hukuk, her şey, ama her şey ekran. Kimin düşman sayılacağını, kimlere dost denileceğini televizyon kanallarından öğreniyoruz. Örneğin Ahmet Kaya’yı linç edip, Ajdar’ın ‘çikita muz’unu mesele ediniyoruz. Ahmet Kaya’yı linç eden o ekranlar, daha sonra güya nedamet getirip o gece çatal fırlatanların avına çıkıyor. Onların hiç kabahati yok yani, ellerini yıkayıp sıyrıldılar bile. Mevzuya uyanan birileri mi oldu, haydi eller havaya, gelinim mutfakta, damadım pudra şekeri… Soysuzlar ahlak abidesi, hırsızlar ekonomi uzmanı, Seda Sayan filozof, Mehmet Ali Erbil ekran bilgesi… Bildiğimiz mevzular yani…   Nazım Hikmet sadece bir tabeladır   Bütün bunlar sadece ekranda kalsa bir yere kadar anlaşılabilir. Fakat günümüzün popülist siyasetçisi tarafından da hayatımıza boca ediliyor, tepe tepe kullanılıyor. Sağ partideki de, sol partideki de sıraya giriyor Acun’un televizyonuna çıkmak için. En son örneğini de Çarşamba günü Master Chef isimli programda yaşadık. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ni açmışlar mesela köfte-piyaz yapılsın diye… Programın başında Nazım Hikmet’i tabelada görüyorsunuz sadece, bir de “bugün Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeyiz” anonsunda geçiyor ismi. Acunizmde Nazım Hikmet’in yeri bu kadar. Oysa aynı programın eski bölümlerinde Necip Fazıl’ın kalitesi tartışmalı, son derece hamasi şiiri ‘Sakarya’ bağıra çağıra okunmuştu. Sezai Karakoç’a rahmet dileyen Mehmet Şef, ‘en sevdiği, beğenerek okuduğu şair’ olduğunu söylemişti. Nazım Hikmet ise sadece bir tabela. Bu arada kültür merkezinde yemek pişirmek de kimseyi rahatsız eden bir durum değil. Oysa bir zamanlar Meclis’in çatısına çiğ köfte atılmasına tepki göstermişti bu halk. Acunizmde bütün bu sakil, gereksiz tepkiler sonlandırıldı ve sığ, sağcı bir vasat oluşturuldu. Kendi düşüncesine değer veren, anlam yükleyen, hayatını bunun üzerine inşa eden bir sağcıyı da rahatsız etmesi gereken bir pespayelik aslında bu. Fakat ne gam, iç ayranı, gönder SMS mesajını.   Belediye başkanları için ‘Şakşuka’   ‘Sıfır atık’ konusunda farkındalık yaratmak için ‘buzdolabında kalan’ havyar ve biftekten yemek yapılmasını da zerre dert etme. Öyle ya, halkımız dolabı bonfileyle, ahtapotla, trüf mantarıyla dolu zaten, nasıl değerlendireceğini bilmiyor insanımız, bu sayede güzel yemek yapmayı öğreniyor. “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” diye saz tımbırdatana bas tekmeyi, “gerekirse simit yeriz” diyen yüce gönüllü insan Hülya Avşar’a aç ekranı. İşte Acunizm… Sağcının okuyacağı şiire de, solcunun içeceği ayrana da o karar verir. Hem cumhuriyeti, hem saltanatı savunur, yerli ve milli mutfağa övgüler dizip İtalyan yemeklerinden sınava çeker, Ebru Gündeş’i bilirkişi tayin edip Neşet Ertaş’a puan verdirir. Kıbrıs’ın yerini bilmeyen halkımız Dominik adalarını köyünün dağından, tepesinden daha iyi tanır. Survivor Ali’nin Ayşe’ye niye öyle dediğini, Kılıçdaroğlu’nun, Demirtaş’ın, Akşener’in söylediklerinden daha çok tartışır. Uyumsuz, muhalif, sorgulayan, eleştiren, kafası karışık, çıkıntı hiçbir ismin, düşüncenin, soru işaretinin yeri yoktur bu ideolojide. Oluşturduğu bu alemi de büyük paralarla satar. Üstelik o paralar halkın kesesinden çıkar. Belediye başkanının gözüne girmek, işinden olmamak isteyen emekçi İsmail Balaban şampiyon olsun diye SMS mesajı atar telefonundan. Hatta çevresine, akrabalarına, arkadaşlarına ‘siz de atın’ diye çağrı yapar. “Şehrimizi tanıtıyoruz” ayağına bölüm satın alınır, Antalya’nın meşhur şiş köftesi fırına sokulur, ne gam! Millet varsın böyle tanısın şiş köfteyi, biz Acun’un dünyasında bir görünelim de… Belediye başkanları suya sabuna dokunmadan iki dakika konuşsun, yakınları, çevresi filan jüri olsun, falancanın adamı, filancanın gelini yemek tatsın, puan versin, gitsin Antalya’nın parası… Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Tarık Mengüç’ten ‘Şakşuka’ da iyi giderdi aslında, ama onu unutmuşlar. Olsun, tıpkı Türk’ün Türk’e propagandası gibi Antalya’yı hiç bilmeyen, hiç duymamış ‘yerli ve milli’ ahalimize kentimizi tanıttık. Umarım Esra Erol birkaç sene sonra kayıp belediye başkanlarını aramaz.
Aziz Nesin’in 1962 yılında çıkardığı haftalık mizah gazetesi Zübük’ün sloganı hafızalara kazındı: “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu”. Bu sloganı güncellemek gerek.

İdris Özyol- Aziz Nesin’in 1962 yılında çıkardığı haftalık mizah gazetesi Zübük’ün sloganı hafızalara kazındı: “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu”. Bu sloganı güncellemek gerek. Çağımızın hakim siyasi görüşü artık ‘Acunizm’. Sadece Acun Ilıcalı’nın televizyonuyla sınırlı değil bu ideoloji. Merkez üssü orası, ama başka kanallara da yayılan bir zamane illüzyonundan bahsediyoruz. Aslında televizyon hep bu işlevi gördü, halkı uyutmak, memleket soyulurken vur patlasın, çal oynasın eğlencelerle millete göbek attırmak, gemi batarken kahkaha attırmak televizyonun işlevi. O yüzden bir vakitler ‘aptal kutusu’ deniyordu televizyona. İzleyenleri küçümseyen, hatta aşağılayan, tepeden bakan bir ifade olmakla birlikte, televizyona karşı kitleleri uyarmayı amaçlayan bir tür tokat gibi de görülebilir bu ifade. Haklılık payı oldukça yüksek.

 

Her gün havyar yiyen halkımız

 

Sadece Acun’un kanalıyla sınırlı değil dedik ya, katilleri Müge Anlı’nın yakaladığı, çiftleri Esra Erol’un boşadığı, Kırkpınar’ın yerini Survivor’ın aldığı, mutfağına peynir sokamayan vatandaşın “en iyi bifteği kim pişiriyor?” diye ekrana kilitlendiği, havyarın, ahtapotun, lüferin beyaz camda izlendiği bir ülke düşünün işte… Topluma yararlılık ölçütü ekranda boy göstermek. Din, iman, ahlak, ideoloji, siyaset, vicdan, adalet, hak hukuk, her şey, ama her şey ekran. Kimin düşman sayılacağını, kimlere dost denileceğini televizyon kanallarından öğreniyoruz. Örneğin Ahmet Kaya’yı linç edip, Ajdar’ın ‘çikita muz’unu mesele ediniyoruz. Ahmet Kaya’yı linç eden o ekranlar, daha sonra güya nedamet getirip o gece çatal fırlatanların avına çıkıyor. Onların hiç kabahati yok yani, ellerini yıkayıp sıyrıldılar bile. Mevzuya uyanan birileri mi oldu, haydi eller havaya, gelinim mutfakta, damadım pudra şekeri… Soysuzlar ahlak abidesi, hırsızlar ekonomi uzmanı, Seda Sayan filozof, Mehmet Ali Erbil ekran bilgesi… Bildiğimiz mevzular yani…

 

Nazım Hikmet sadece bir tabeladır

 

Bütün bunlar sadece ekranda kalsa bir yere kadar anlaşılabilir. Fakat günümüzün popülist siyasetçisi tarafından da hayatımıza boca ediliyor, tepe tepe kullanılıyor. Sağ partideki de, sol partideki de sıraya giriyor Acun’un televizyonuna çıkmak için. En son örneğini de Çarşamba günü Master Chef isimli programda yaşadık. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ni açmışlar mesela köfte-piyaz yapılsın diye… Programın başında Nazım Hikmet’i tabelada görüyorsunuz sadece, bir de “bugün Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeyiz” anonsunda geçiyor ismi. Acunizmde Nazım Hikmet’in yeri bu kadar. Oysa aynı programın eski bölümlerinde Necip Fazıl’ın kalitesi tartışmalı, son derece hamasi şiiri ‘Sakarya’ bağıra çağıra okunmuştu. Sezai Karakoç’a rahmet dileyen Mehmet Şef, ‘en sevdiği, beğenerek okuduğu şair’ olduğunu söylemişti. Nazım Hikmet ise sadece bir tabela. Bu arada kültür merkezinde yemek pişirmek de kimseyi rahatsız eden bir durum değil. Oysa bir zamanlar Meclis’in çatısına çiğ köfte atılmasına tepki göstermişti bu halk. Acunizmde bütün bu sakil, gereksiz tepkiler sonlandırıldı ve sığ, sağcı bir vasat oluşturuldu. Kendi düşüncesine değer veren, anlam yükleyen, hayatını bunun üzerine inşa eden bir sağcıyı da rahatsız etmesi gereken bir pespayelik aslında bu. Fakat ne gam, iç ayranı, gönder SMS mesajını.

 

Belediye başkanları için ‘Şakşuka’

 

‘Sıfır atık’ konusunda farkındalık yaratmak için ‘buzdolabında kalan’ havyar ve biftekten yemek yapılmasını da zerre dert etme. Öyle ya, halkımız dolabı bonfileyle, ahtapotla, trüf mantarıyla dolu zaten, nasıl değerlendireceğini bilmiyor insanımız, bu sayede güzel yemek yapmayı öğreniyor. “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” diye saz tımbırdatana bas tekmeyi, “gerekirse simit yeriz” diyen yüce gönüllü insan Hülya Avşar’a aç ekranı. İşte Acunizm… Sağcının okuyacağı şiire de, solcunun içeceği ayrana da o karar verir. Hem cumhuriyeti, hem saltanatı savunur, yerli ve milli mutfağa övgüler dizip İtalyan yemeklerinden sınava çeker, Ebru Gündeş’i bilirkişi tayin edip Neşet Ertaş’a puan verdirir. Kıbrıs’ın yerini bilmeyen halkımız Dominik adalarını köyünün dağından, tepesinden daha iyi tanır. Survivor Ali’nin Ayşe’ye niye öyle dediğini, Kılıçdaroğlu’nun, Demirtaş’ın, Akşener’in söylediklerinden daha çok tartışır. Uyumsuz, muhalif, sorgulayan, eleştiren, kafası karışık, çıkıntı hiçbir ismin, düşüncenin, soru işaretinin yeri yoktur bu ideolojide. Oluşturduğu bu alemi de büyük paralarla satar. Üstelik o paralar halkın kesesinden çıkar. Belediye başkanının gözüne girmek, işinden olmamak isteyen emekçi İsmail Balaban şampiyon olsun diye SMS mesajı atar telefonundan. Hatta çevresine, akrabalarına, arkadaşlarına ‘siz de atın’ diye çağrı yapar. “Şehrimizi tanıtıyoruz” ayağına bölüm satın alınır, Antalya’nın meşhur şiş köftesi fırına sokulur, ne gam! Millet varsın böyle tanısın şiş köfteyi, biz Acun’un dünyasında bir görünelim de… Belediye başkanları suya sabuna dokunmadan iki dakika konuşsun, yakınları, çevresi filan jüri olsun, falancanın adamı, filancanın gelini yemek tatsın, puan versin, gitsin Antalya’nın parası… Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Tarık Mengüç’ten ‘Şakşuka’ da iyi giderdi aslında, ama onu unutmuşlar. Olsun, tıpkı Türk’ün Türk’e propagandası gibi Antalya’yı hiç bilmeyen, hiç duymamış ‘yerli ve milli’ ahalimize kentimizi tanıttık. Umarım Esra Erol birkaç sene sonra kayıp belediye başkanlarını aramaz.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberimizvar.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.